Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Tarîhi Gerçeklere Aykırı Rivayetler



Tarîhi Gerçeklere Aykırı Rivayetler

Bu haberlere göre Ebû Hanîfe kanaatına ve dînine zararı dokunmıyan bir müsamahakârlıkla bu işi başından savmağa muvafvak oldu. Bir müddet için Mansur'un takip edici gözünden kurtuldu. Lâkin bu, Mansur onun bütün hareketlerine büsbütün göz yumdu demek değildi. Ara sıra onun sarf ettiği sözler, hesabı sonra görülmek üzere, resmî makamlarca hep kaydolunuyordu.
Ebû Câ'fer'i, Ebû Hanîfe'ye bu ağır işkenceleri yapmaya sevk eden işlerden bir kısmını zikretmeye geçmezden önce şunu söyleyelim ki, bu facia Nefsü'z-Zekiyye'nin kardeşi İbrahim b. Abdullah'ın Irak'ta ayaklanmasının derhal akabinde değildi. Aradan beş sene gibi uzun bir müddet geçtikten sonra idi. İbrahim'in ayaklanması ve öldürülmesi 145 hicrî yılında idi. Ebû Hanîfe'nin ölümü ise 150 senesindedir, bu hususta rivayetler müttefiktir.
İşte bu sebepledir ki, Hatib Bağdadî'nin tarihinde îmâm Züfer'den rivayet ettiklerini, ilmî araştırma bakımından reddetmek gerekiyor. Orada Züfer'den naklen deniyor ki: «Ebû Hanîfe İbrahim'in ayaklandığı günlerde siyasî mes'eleler hakkında gayet aşikare ve çekinmeden konuşuyordu. Bir defa onu: Vallah sen böyle devam edersen boynumuza ip takılacak, dedim. Aradan çok geçmedi, Halife Mansur Isâ b. Musa'yı gönderdiği bir emirle Ebû Hanîfe'yi merkeze istiyordu. O da Ebû Hanîfe'yi Bağdad'a gönderdi ve orada onbeş gün yaşadı.[29]

Bu rivayetin son kısmı tarihi gerçeklere aykın olduğundan onu kabul edemeyiz. İbrahim'in, ayaklandıktan sonra öldürülmesi, yukarıda geçtiği veçhile 145 senesinde idi. Buna göre Ebû Hanîfe'nin Bağdad'a götürülmesi İbrahim'in ayaklanmasının hemen sonunda olmamıştır. Arada beş sene gibi bir müddet vardır. Kitapların haberlerinde bu neviden hatalar çok bulunur. Bunları alırken ihtiyatlı davranmak ve doğrusunu araştırıp bulmak lâzımdır. Bu ise kolay bir iş değildir.

Kendînî Tam İlme Vermesi, Mansur’un Aleyhinde Sözlerden Çekinmemesi

Mansur, Hz. Ali torunlarına eza ve cefa yapmağa, onların ileri gelenlerini, rüesâsını öldürmeğe başlayıp da arada düşmanlık arttıktan sonra Ebû Hanife'nin Abbasî hükümetinden sıtkı sıyrıldı, onlardan gönlü döndü. Ve kendisini ezadan koruyabildi. Bütün varlığını ilme verdi. Fakat ara sıra konuşmalarında Abbâsîleri tenkîd ediyor ve bâzı işleri, hükümet hakkında beslediği kanaatini açığa vuruyordu. Bu hususta misâl vermek için iki olayı zikredeceğiz. Bunlar Mansur'un şüphelerini uyandıracak mahiyettedir.
1- Musul halkı, Mansur'a karşı isyan etmişti. Halbuki Mansur ile aralarında şöyle bir şart koşmuşlardı: Eğer isyan ederlerse, hükümete karşı gelirlerse kanları ve malları helâl addolunacaktı! Mansur fukahâyı topladı, içlerinde Ebû Hanîfe de bulunuyordu. Onlara dedi ki:
— Peygamber efendimiz: «Mü'minler aralarındaki şartlara riayet ederler» buyurdu doğru değil midir? Musul halkı bana karşı ayaklanmamayı şart etmişlerdi. Halbuki şimdi benim valime isyan ettiler. Şarta göre onların kanları helâl olmuştur. Hükümet ne isterse yapar içlerinden biri şu cevabı verdi:
—Sen onlara elini uzattın, Onlar hakkında sözün makbuldür. Sen onları affedersen, af ehlinden olursun, eğer onları cezalandınrsan onlar bunu da hak etmişlerdir.
Halife, Ebû Hanîfe'ye sordu:
— Sen ne dersin, üstad? Biz Peygamberimizin halifesi değil miyiz ve ahd ve eman ülkesinde yaşamıyor muyuz? Verilen sözler tutulmayacak mı?
Ebû Hanîfe şöyle cevap verdi:
— Onlar mâlik olmadıkları bir şeyi sana şart koşmuşlar; sen de salâhiyetin olmıyan bir şeyi onlara şart etmişsin. Zira Müslümanın kanı ancak üç şeyden biriyle helâl olur. Burada onlar yok. Sen onlara karşı kılıç kullanırsan helâl olmıyan bir şeyi yapmış olursun. Allah'ın koştuğu şartlar riayet olunmaya daha lâyıktır!
Mansur fukahâya dağılmalarını söyledi. Sonra Ebû Hanîfe'yi yalnız çağırarak:
— Üstad, sen sözünde haklısın, bu iş böyledir. Memleketine git, halifenin kadrini küçültecek şeyler söyleme. Hariciler, hükümete karşı çıkanlar, elini kolunu sallıyarak mı gezsinler!».[30]

Menakıb kitaplarının anlattıkları böyledir, ibn-i Esîr'in El-Kâmil'inde 148 senesi vukuatı arasında bu hâdise şöyle anlatılıyor: «Hemedan halkı hepsi Hz. Ali evlâdı taraftarı idi. Mansur Musul üzerine ordu gönderip onları ezmeye karar verdi. Ebû Hanîfe, îbn-i Leylâ, İbn-i Şubrüme'yi huzuruna çağırdı. Onlara:
— Musul ahalisi asla bana karşı gelmemeği şart koşmuşlardı. Eğer isyan ederlerse canları, malları helâl olacaktı. Şimdi isyan ettiler. Ne dersiniz.
Ebû Hanîfe sükût etti. Diğer ikisi konuştular:
— Onlar senin teb'andır, affedersen, onlan affetme salâhi*yetini haizsin. Eğer cezalarını verirsen bunu da hak etmişlerdir.
Mansur Ebû Han'fe'ye dönerek:
— Bakıyorum, sükût ediyorsun, üstad, dedi.
— Ey Emîrü'l-Mü'minîn, onlar mâlik olmadıkları bir şeyi helâl etmişler, canı helâl etmek ellerinde mi? Meselâ bir kadın nikâh kıyılmaksızın kendini bir erkeğe teslim etse onunla cinsî münasebette bulunması helâl olur mu?
— Hayır.
— Tıpkı böyle, canı helâl etmek de onların elinde değil.
Bunun üzerine Mansur, Musul halkı üzerine yürümekten vaz geçti. Ebû Hanîfe'ye ve iki arkadaşına Kûfe'ye dönmelerini söyledi.[31]

Tarihin bu haberi, menakıb rivayetleri gibi muteberdir. Mânâ bakımından arada bir fark yoktur. Fakat îbn-i Esîr'in bâzı kısımlarında hata var. Meselâ, ibn-i Şubrüme'nin de bu hâdisede Ebû Hanîfe'nin yanında bulunduğunu söylüyor. Ve bunu 148 senesi vukuatı arasında zikrediyor. Halbuki tercüme-i hal kitaplarının kaydettiği veçhile İbn-i Şubrüme 144 senesinde ölmüştür. Hattâ bunu İbn-i Esîr kendisi de daha yukarıda böylece kaydetmiştir.[32] Menakıb kitaplarının rivayeti burada daha doğrudur.
2- Ebû Câ'fer Mansur'un hükümeti hakkındaki kanaatini gösterir diğer hâdise de şudur: Mansur ona bâzı hediyeler göndermiştir. Kabul edip etmiyeceğini denemek istiyordu. Mekki'nin Menakıb'ında kaydettiğine göre: Ebû Câ'fer, Ebû Hanîfe'ye onbin dirhem ve bir cariye hediye olarak gönderdi, Ebû Câ'fer'in veziri Abdulmelik b. Hümeyd anlayışlı ve iyi görüşlü bir adamdı. Ebû Hanî*fe bu hediyeleri reddedince ona dedi ki:
— Yalvarırım, Allah aşkına bunları kabul et. Emlrül-Mü'minin senin aleyhinde bir bahane kolluyor, sebep arıyor. Eğer hediyelerini kabul etmezsen senin hakkındaki şüpheleri artar, ne olur bunları kabul et!
Bu ısrarlara rağmen Ebû Hanîfe yine kabul etmedi. Vezir yine dedi ki :
— Parayı ben hediye ve ihsanlar meyanına kaydederim» olur biter. Fakat cariyeyi kabul et. Veya bir özürün varsa söyle ki onu Emîrü'l-Mü'minîn'e arzedeyim.
Ebû Hanîfe şu cevabı verdi:
— Ben ihtiyarladım, kadınlarla işim yok. Elim uzanmıyacak bir cariyeyi helâl görmem. Emîrü'l-Mü'minîn elinden gelen bir cariyeyi satmaya da cür'et edemem.


Mansur'u Bâzı Adamları Ebû Hanîfe'ye Karşı Tahrîk Ediyorlar

İşte bunlar, Halife Mansur'la Ebû Hanîfe Hazretleri arasında ceryan eden şeylerden bâzı örneklerdir, Ebû Hanîfe'yi daima gözetliyor, onu takip ediyordu. Halifenin etrafındakilerden onu Ebû Hanîfe aleyhine kışkırtıp onun hakkında fena zan uyandırmağa çalışanlar da vardı. Fakat Ebû Hanîfe hak bildiği yoldan şaşmıyor, doğru bulduğu sözleri söylemekten çekinmiyordu. Allah'ın hakkı ve vicdanını razı ettikten sonra başkaları onun sözlerinden razı olacaklarmış veya olmayacaklarmış, bunun ne ehemmiyeti var? Menfaatlerini başkalarının zararında arayan kötü niyetli bâzı kimseler, Mansur'un kinini körükleyerek onu Ebû Hanîfe aleyhine tahrik etmeğe çalışsalar da bundan ne çıkar? O, böyle şeylere aldırış etmekten çok yüksekte idi.

Hatîb Bağdadî, Ebû Yusuf'dan rivayet ediyor:
«Mansur Ebû Hanîfe'yi davet etti. Mansur'un teşrifat memuru Rabi Ebû Hanîfe'ye karşı düşmanlık besliyordu, bir ara:
— Yâ Emîrü'l-Mü'minîn, bu Ebû Hanîfe senin atana muhalefet ediyor, dedi. Abdullah ibn-i Abbas: «Bir kimse bir şey üzerine yemin etse ve bir veya iki gün sonra ondan istisna yapsa caiz olur» dedi. Halbuki Ebû Hanîfe istisna ancak yemine muttasıl olarak yapılırsa muteberdir, diyor.
Ebû Hanîfe'nin cevabı şu oldu:
— Yâ Emîrü'l-Mü'minîn, Rabi şu iddiasiyle ordumuzun size bîatı yoktur, demek istiyor.
— Nasıl olur bu?
— Huzurunuzda yemin ederler sonra evlerine döndükten sonra istisna yaparlar, onca bu istisnâ câiz olduğundan yeminleri batıl olur.
Mansur güldü.
— Rabi' dedi. Aklını başına al, Ebû Hanîfe'ye dokunma! Mansur çıktıktan sonra Rabi' Ebû Hanîfe'ye:
— Yahu, benim kanımı heder edip akıtacaksın, dedi! Ebû Hanîfe:
— Hayır, dedi, öyle bir kastım yok. Sen benim kanımı heder etmek istedin, ben de hem seni günahtan kurtardım, hem de kendimi ölümden».[33]

Yine Hatîb Bağdadî rivayet ediyor: Ebu'l-Abbas Tûsî Ebû Hanîfe hakkında kötü niyet besliyordu. Ebû Hanîfe de bunu biliyordu. Ebû Hanîfe bir defa Ca'fer Mansur'un huzuruna girdi. Başkaları da vardı. Tûsî, içinden:
— Bugün Ebû Hanîfe'yi bir tuzağa bastırayım da görsün, dedi. Ve Ebû Hanîfe 'ye dönerek:
— Yâ Ebû Hanîfe, dedi. Emîrü'I-Mü'minîn bizden bir kimseye, bir adamın boynunu vurmasını emrediyor, Sebebini bilmediği halde o adamın boynunu vurmak ona caiz midir, değil midir?
Ebû Hanîfe'nin cevabı gayet kurnazca oldu:
— Yâ Ebû Abbas, Emîrül-Mü'minîn hakla mı emir eder, yoksa batıl ile mi? Tûsî başka türlü cevap veremezdi;
— Hak ile emir eder, dedi.
— Öyle ise hakkı yerine getir, nasıl olduğunu sorma! Bundan sonra Ebû Hanîfe yanında oturana dönerek:
— O, güya beni tutmak istedi, ama ben onu sımsıkı bağladım.[34]

Kadı İbn-i Leylâ'nın Hükümlerini Tenkîdî Ve Kadı'nın Mansur'a Şikâyeti

Bu münasebetle Ebû Hanîfe'nin bir durumundan daha bahsetmek istiyoruz ki, kanaatımızca, bu büyük imâma Mansur'un işkence yapmasında bunun da tesiri olsa gerektir. Bütün haberlerden anlıyoruz ki, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, Küfe kadılarının verdikleri hükümler, kendi re'yine muhalif düşünce, onları tenkîd ederdi. Yanlış bulduğu noktaları derhal açıkça söyledi. Verilen hüküm lehte olsun, aleyhde olsun, o hususta doğru bildiğini, haklı bulduğunu söylemekten çekinmezdi. Bu yüzden kadı, içten içe kızıyor, Ebû Hanîfe'ye kin besliyordu. Hattâ diyebiliriz ki, bunlar kadıyı, ümerâ nezdinde Ebû Hanîfe aleyhinde konuşmağa bile sevkettîği olurdu. Nasıl ki Küfe kadısı İbni-i Ebî Leylâ'nın, Ebû Hanîfe'nin bu halinden bizzat şikâyet ettiği rivayet olunur. Bunun üzerine Ebû Hanîfe bir müddet fetva vermekten menolunmuş ve sonraları bir vesile ile bu yasak kaldırılmıştır.
Menakıb kitaplarının ve Bağdad tarihinin kaydettiklerine göre: birisi bir deli kadını kızdırmış olacak ki, kadın ona:
— Sen, zina yapan iki kişinin oğlusun, demiş, Adam kadıya şikâyet etmiş. Küfe kadısı olan İbn-i Ebî Leylâ dâvaya bakmış, kadının aleyhine hüküm vermiş ve kadına mescidde ayak üzere had vurdurmuş, hem de iki defa, birisi anasına, diğeri de babasına kazi ettiği için!
Ebû Hanîfe bunu duyunca:
— Bizim kadı efendi bu mes'elede tam altı yerde yanılmıştır dedi.
1- Mescidde had vurdurmuştur. Halbuki mescidde had vurulmaz.
2- Kadına ayakta dayak attırmıştır, halbuki kadınlara oturdukları halde had vurulur.
3- Babası için bir had, anası için bir had vurdurmuştur, halbuki bir adam kalabalık bir cemaata kazzef etse ona yalnız bir had vurulur, kazif olunanların sayısınca değil.
4- İki had vurmayı bir arada toplamıştır. Halbuki iki had birden vurulmaz.
5- Deli kadına had vurdurmuştur, halbuki deliye had yoktur, o mükellef değildir.
6- Anası ve babası için had vurdurmuştur. Halbuki onlar kayıbdırlar, mahkemeye gelip dâva etmemişlerdir.
Bu tenkidleri îbn-i Ebî Leylâ'ya yetiştirdiler. O da Emîrin yanma girip Ebû Hanîfe'den şikâyette bulundu. Bunun üzerine Ebû Hanfe fetva vermekten menolundu.
Bu yasağa riayet ederek Ebû Hanîfe bir müddet fetva vermedi. Veliaht tarafından bir elçi geldi, fetva ve hüküm almak için Ebû Hanîfe'ye bâzı mes'eleler arzetti. Ebû Hanîfe:
— Bana fetva vermeyi yasak ettiler, diyerek fetva vermekler çekindi. Elçi Emîre giderek işi anlattı. Emîr de:
— Fetva vermesine müsaade ediyorum, dedi. Ebû Hanîfe de tekrar fetva vermeğe başladı.[35]

Ebû Hanîfe yaptığı tenkidlerde kadının hükmü ile fakihın fetvası arasında fark gözetmiyordu. Halbuki birincide, doğru olsun. yanlış olsun, başkalarını ilzam etmek vardır. Halbuki fetvada başkasını ilzam yoktur. Hattâ Ebû Hanîfe'nin yanlış bulduğu fetvâlar tenkidi tenfiz olunacak hükmü tenkidinden daha hafif olurdu. Hükümleri daha şiddetle tenkîd ederdi. Çünkü tenfîz olunan hükümde, ona göre bir hüküm yanlış olduğu takdirde, bir haksızlık tatbik sahasına konuyor demektir. Ebû Hanîfe bunları tenkît etmekle, zulümden ve haksızlıktan şikâyet etmiş, yıkıcı ve bozucu hükümleri önlemiş oluyordu. Ruh haleti bakımından gönülleri tatmin ettiğinden bu, yerinde bir harekettir. Çünkü kadının hatası yüzünden masum canlara kıyılır, kanlar heder olur, mallar zayi olup gider. Hürmet edilecek şeyler ortadan kalkar, hukuk zayi olur, haksızlıklar alıp yürür. Bu tenkîdler hâkimi uyanık davranmağa davet sayılır. Fakat umumî nizamı koruma bakımından da kadının hükümlerinin hürmete lâyık sayılması lâzımdır ki, hüküm giyenler hükmün yerinde olduğuna kani' olsunlar, adalet işleri yoluna girsin, hüküm istikamet üzere yürüsün: Kadı yanılsa -Ha bu yanlış hüküm infaz olunsa, bu hata örtülü kalınca umumî nizam hukukunu koruma bakımından bu daha yararlıdır. Az hata affolunabilir. Hatayı ilân etmeden gizlice tenbihatta bulunmak, umumî nizamın, sarsılmadan ve ahkâma hürmetin kalkmasından daha hayırlıdır. Ebû Hanîfe gibi büyük bir fakıhın ve kendisine uyulan şanlı imamın mahkeme kararları hakkındaki tenkidlerini,
bu mülâhaza ile gizli yapmasını veya kendilerine yazılı olarak göndermesini biz de arzu ederdik. Aralarında yazışma yoksa bile bunları bir takrir halinde alâkalı makama gönderebilirdi. Fakat her zamanın kendine mahsus şartları ve icabları vardır.

İlmi Tenkide Tahammül Edemi Yen Kadı, Siyasete Başvuruyor

Ebû Hanîfe'nin mahkeme hükümlerine karşı durumu nasıl olursa olsun, İbn-i Ebî Leylâ, Ebû Hanîfe'nin tenkidlerini gönül hoşluğu ile, kalb nzasiyle karşılamıyordu. Hattâ bu tenkidler sebebiyle; ona düşman kesilmişti. Bu düşmanlık yüzünden Ebû Hanîfe'yi eza ve cefaya düşürmek için tuzaklar bile kuruyordu. Hattâ Ebû Hanîfe'nin, hakkında şöyle dediği bile rivayet olunur;
— «Benim hayvanlar hakkında bile helâl addetmediğim bir şe*yi ibn-i Ebi Leylâ benim hakkımda helâl görüyor. Yâni benim canıma kasdediyor.» [36]

Ebû Hanîfe'nin, İbn-i Ebî Leylâ hakkındaki tenkidlerini biraz şiddetli buluyor ve bu tenkidleri herkesin önünde yapmasını hoş görmüyorsak da koca Kufe kadısı gibi bir zatın bu tenkidler yüzünden aradaki münasebeti düşmanlığa çevirmesini de asla beğenemeyiz. Kadı eğer aradaki samimiyeti bozmasaydı, bu şiddet azalırdı. Ulema arasında geçen bir ilim mes'elesi halinde kalırdı, mes'ele iki âlim arasında olmaktan çıkmazdı; fakat maalesef kadı bu müsamahayı gösteremedi.


[29] Hatib Bağdadî, Tarih-i Bagdad, c. 13, s. 330
[30] İbn-i Bezzazi, Menâkıb-ı İmam-ı A'zam, c. II, s. 17
[31] İbn-ı Esir, El-Kâmil, c. V. s. 217 .
[32] Aynı eser, c V, s. 196
[33] Hatib Bağdadî, Tarih-İ- Bâğdad, c. 13, s. 365
[34] Hatib Bağdadî, Tarih-i Bağdad. c. 13, s. 366
[35] İbn-i Bezzâzî, Menakib-ı İmara-ı Â'zam, c. I, s. 166, Hatib, Tarih-Bağdad, c. 13, s. 351
[36] Mekkî, Menâkıb-ı Ebu Hanîfe


Hanefi Mezhebi

MollaCami.Com