Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Ebu Hanife Abbâsîlerin Hâkimiyetini Nasıl Karşıladı?



Abbâsîlerin Hâkimiyetini Nasıl Karşıladı?

Ebu'l-Abbâs Seffâh'a bî'at ederken söylediği sözlerden anlaşıldığı üzere Ebû Hanîfe Abbasîler devrini büyük bir memnunlukla ümid ve ferahla karşılamıştır, Emevîlerden çektiklerine bakınca, onun hayatının seyrine uygun düşen de budur. Halbuki ileride ümidleri kırılacak, Abbasîler de emelleri hilâfına zuhur edecektir.
Ebû Hanîfe, Emevîlerin Âl-i Beyte, Hz. Ali evlâdına nasıl tazyikler yaptıklarım gözü ile gördü. Şimdi ise Abbasî devleti kuruluyordu. Bu, aslında Hz. Ali taraftarlarının devleti olarak ortaya çıktı. Ali taraftarlarının dâvetine dayanarak kuruldu. Onlara bu hak, Hz. Ali'nin torunlarından geçti. Bunları bir yana bırakalım. Abbasîler de Hâşimî âilesindendirler, Hazret-i Peygamberlerle aynı sülâleden gelirler. Bu devlet, Hâşimî devleti demektir. Amcaları oğulları olan Hz. Ali evlâdına karşı, her gün artan bir şefkatle hoş muamele yapmaları lâzım gelirdi. Onlardan beklenen, onların hakkına riayet etmeleridir. Sonra onlar, Hz. Ali evlâdının, Âl-i Beytin intikamını alacaklarını boyuna ilân ediyorlar, onlara zulüm edenleri haklayacaklarını tekrarlıyorlardı. Âl-i Beytin velîleri ve hamileri olduklarını, onların şehitlerinin kanlarım istemek hakkı kendilerine ait bulunduğunu söylüyorlardı.

Ebû Hanîfe'nin böyle bir devlet kurulmasından memnun kalması ve bu devletin ilk halifesine bî'at elini uzatması pek tabiî idi. O da bunu yaptı. Ebu'l-Abbâs Seffâh'a bî'at esnasındaki sözleri, Peygamber'in akrabasına nasıl kudsî bağlarla bağlandığını ve halkı bî'ata nasıl çağırdığını göstermektedir. Bu konuşmadan sonra fukahâ arkadaşlariyle aralarında geçen sözlerle onlan devlete itaata ve cemaatla beraber olmağa teşvik etmiştir.

Ebû Hanîfe Hazretleri, yukarıda arzettiğimiz sebeplerle, Abbasî devletine dostluğunda ve bağlılığında olduğu gibi, Âl-i Beytin cümlesini sevmekle devam etti. Mansur onu kendine yaklaştırmak istiyor, onun mevkiini yükseltiyordu. Ona bol bol atiyeler veriyor, ihsanlarda bulunuyordu. Mansur ile zevcesi arasında, zevceler arasında eşitliğe riayet etmemek ve kendisinden yüz çevirmek yüzünden dargınlık vuku buldu. Zevcesi Mansur'dan adalet üzere hareket etmesini istedi. O da :
— İkimizin arasında hakem olarak kime razısın, dedi.
— Ebû Hanîfe'nin hakemliğine razıyım, cevabını verdi.
Mansur da onun hakemlik yapmasını kabul etti. Bunun üzerine Ebû Hanîfe'yi davet ettiler. Mansur söze başladı:
— Zevcem benden davacı, adaletini göster bakalım.
— Emîrül-Mümînin anlatsınlar bakalım, mes'ele nedir?
— Bir erkek kaç kadın alabilir?
— Dört.
— Cariyelerden kaç?
— Onlar için bir sayı yok, istediği kadar.
— Bunun hilâfına söyleyen var mı?
— Hayır.
Ebû Ca'fer Mansur, hanımına dönerek:
Şöylediklerini işitiyorsun ya, dedi. Bunlar şeriat hükmü.
Ebû Hanîfe tekrar söz aldı:
— Allah-ü Teâlâ bunları zevceleri arasında adalete riayet edenler için helâl kıldı. Adalete riayet etmeyen veya edemeyeceğinden korkanlar birden fazla kan almamalıdır. Allah-ü Teâlâ buyuruyor ki: «Adalet edemeyeceğinizden korkarsanız bir tane yeter.» Bize yakışan Allah-ü Teâlâ'nın verdiği edeb dersini kabul etmektir. Onun öğütlerinden ibret alıp faydalanmak lâzımdır.
Ebû Câ'fer Mansur bunlara diyecek bir şey bulamadı, susup kaldı. Ebû Hanîfe de çıkıp gitti. Evine vardığı zaman Mansur'un zevcesi ona hizmetçisiyle para, elbise bir câriye ve bir Mısır merkebi gönderdi. Ebû Hanîfe bunları kabul etmeyip geri çevirdi ve hizmetçiye dedi ki:
— Ona selâm söyle ve de ki: «Ben dinî vazifemi yaptım. Hakkı müdafaa ettim. Bunu Allah için yaptım. Bununla kimseye yakın olmak istemedim. Dünyalık da arzu etmedim.»

Abbasîler Âl-i Beyt'e Ezaya Başlayınca Onları Tenkidi

Hz. Ali torunları Abbâsîlerin aleyhine dönüp aralarında düşmanlık başlayıncaya kadar Ebû Hanîfe'nin Abbasî devleti aleyhinde konuştuğu yoktu. Ebû Hanîfe, Ali evlâdına çok bağlı idi, onları seviyordu. Onlara şiddetle taraftar idi. Onların kızdığı şeye onun da kızması pek tabiî idi, Ebû Câ'fer Mansur'un hükümetine karşı ayaklanan Muhammed Nefsüz-Zekiyye'nin ve kardeşi İbrahim'in babaları olan Abdullah b. Hasan'la Ebû Hanîfe'nin ilmî münasebeti vardı. Menakıb kitapları onu Ebû Hanîfe'nin üstadları arasında sayarlar ve ondan rivayet ettiğini söylerler. Kendi oğulları, Mansur'a karşı ayaklandıkları vakit Abdullah hapiste bulunuyordu. Mansur onu hapse almıştı. İki oğlunun öldürülmesinden sonra o da hapiste öldü.
İşte bu yüzden, bu hâdiselerden sonra yâni Nefsü'z-Zekiyye'nin ve kardeşi İbrahim'in isyanlarında ve öldürülmelerinden sonra Ebû Hanîfe'den Abbasîler aleyhinde sözler duyulmaya başlıyor.
Anlaşıldığına göre bundan böyle Abbâsîlere sadakati ve dostluğu doğru bulmaz oldu. Fakat Emevîler zamanında yaptığı gibi, şimdi de Abbâsîlere karşı bâzan derste münasebet düştükçe sözle tenkîd etmek haddini geçiniyor, daha ileri gitmiyordu. Hz. Ali evlâdına olan sadakati bir an sarsılmadan devam ediyordu. Fakat kılıca sarılıp isyana davet etmiyordu. Ulemanın ahvali böyledir. Kendilerini ilimden alıkoyacak bir şeyle oyalanmazlar. Ancak sevdikleri ve beğendikleri şeyler hakkında duygularını ifade etmek suretiyle iç âlemlerini doyururlar. Ebû Câ'fer Mansur da biliyor, ve seziyordu. Bâzan göz yumuyor, onu kendi tarafına çekmek için denemek istiyordu. Nihayet facia koptu.

Nefsü'z-Zekîyye'nin İsyanında Ebû Hanîfe'nîn Durumu

İşte bu kısaca arzettiklerimîzi, Ebû Hanîfe'nin hayatiyle olan ilgileri bakımından biraz tâfsilâtiyle anlatmak icabediyor.
Muhammed Nefsü'z-Zekîyye 145 senesinde Medine'de Ebû Câ'fer Mansur'a karşı ayaklandı. Horasan halkı ve diğer bâzı yerler de ona sadakatle bağlı ve taraftar idiler. Fakat bunlar uzakta idiler. Sadakat ve sevgi bakımından ona bağlı olmakla beraber kuvvetçe ona yardım yapamıyorlardı. Rivayet olunduğuna göre Muhammed Nefsü'z-Zekiyye ile bir olup Abbâsîlere karşı çıkmanın meşru olduğu hakkında İmâm Mâlik Medine'de fetva vermiştir. İbn-i Cerîr Taberî ve îbn-i Kesîr tarihlerinin kaydettiklerine göre: İmâm Mâlik, Abdullah oğlu Muhammed Nefsü'z-Zekiyye'ye bî'at etmeleri için halka fetva veriyordu. Ona :
— Bizim boynumuzda Mansur'un bî'atı var, dediler.
— Siz zor altında bunu vermiştiniz, dedi. Halk İmâm Mâlik'in bu sözü üzerine ona bî'at ettiler. Mâlik evinden çıkmıyordu. [26]

Muhammed Nefsü'z-Zekiyye'nin öldürülmesiyle isyan bastırıldı. Irak'da ayaklanıp birçok şehirleri eline geçiren ve Kûfe'ye de hücum etmiş olan kardeşi İbrahim de öldürülerek isyan önlendi.
İmâm Mâlik, Muhammed Nefsü'z-Zekiyye ile beraber Mansur'a karşı ayaklanma için fetva verdiyse bunun hesabını verdi: Kendisine dayak atıldı, işkence yapıldı. Ebû Hanîfe'nin durumu Mâlik'den daha dehşetli idi. Derslerinde ihtilâlcilere yardım yapmayı açıkça söylüyordu. Hattâ o kadar ileri gidiyordu ki, Mansur'un bâzı kumandanlarını ihtilâlcilere karşı savaşmaktan bile vazgeçirtiyordu.
Şunu naklederler: Mansur'un kumandanlarından olan Hasan b. Kahtabe Ebû Hanîfe'nin yanma gelip giderdi. Dedi ki:
— Benim işim sana malûm, benim için tevbe yolu var mı? Ebû Hanîfe ona şu cevabı verdi:
— Senin yaptıklarına hakikaten nadim olduğun Allah indinde gerçekse bir Müslümam öldürmekle kendinin öldürülmesi arasında muhayyer bırakılsan da kendi öldürülmeni tercih etsen ve asla eski yaptıklarına dönmeyeceğine Allah'a ahid versen ve eğer bunları tutarsan işte senin tevben budur.
— İşte ben, de bunu yapacağım ve hiçbir Müslümam öldürmeyeceğim, Allah'ıma söz veriyorum, dedi.
Bu, Hz. Ali torunlarından İbrahim b. Abdullah'ın ayaklanmasından önce idi. İbrahim isyan edince Mansur ona İbrahim'e karşı gitmesini emretti; isyanı bastırmayı ona teklif etti. O da İmâm-ı A'zam'a geldi ve olup biteni anlattı. O da :
— İşte senin tevbenin zamanı geldi.Eğer ahdettiklerini yaparsan, sen hakiki tevbe yapmış sayılırsın. Yoksa eskiden yaptıklarından hepsinden sorulursun! dedi.
O da tevbesinde sebat etti. Hazırlandı, kendim ölümün kucağına atarcasına Mansur'un yanma girdi; ve:
— Senin gönderdiğin cihete gitmiyeceğim, eğer senin hâkimiyetinde bu yaptıkların Allah'a itaat sayılıyorsa bundan en fazla nasibi olan benim, eğer senin emrinle bu yaptıklarım günahsa artık yeter. Bu kadarı kâfi.
Mansur kızdı. Kardeşi Hamîd b. Kahtabe orada idi.
— Bir seneden beri onun aklında bir bozukluk var, biraz aklını kaçırdı, onun yerine ben gideceğim. Bu şerefe ben ondan daha lâyıkım, dedi.
Mansur, yanındaki güvendiği kimselere sordu:
— Fukahâdan kiminle görüşüp konuşuyor bu?
— Ebû Hanîfe'ye gidip geliyor, dediler.[27]

İşte İmâm-i A'zam hakkında rivayet olunanların bir kısmı budur. Eğer bu rivayet doğru ise onun bu yaptığı şey, Mansur'un nazarında devlet için en tehlikeli bir iştir, demekti. Çünkü bunda Ebû Hanîfe mücerred tenkid sınırını aşıyor. Gönlünde beslediği taraftarlıkla iktifa etmiyor, işi daha ileri götürüyor, faal sahaya döküyor demektir. Bunda iş yalnız fetvaya münhasır kalmıyor. Halbuki müftüye düşen Allah'ın dîni hakında nasihattir. Fesadı önlemektir. Hakka riayetten başka bir şey gözetmemektir.
Bu rivayet hakkında ne denirse denilsin, o bize tarihen sabit olan bir gerçeği tekrarlaamktadır ki, o da Ebû Hanîfe'nin Halife Mansur'u tenkîd ettiği ve onun Hz. Ali evlâdına yaptıklarını asla beğenmediği cihetidir. Onun mazisine ve Hz. Ali sülâlesine olan sevgisine uygun düşen de budur. Bildiğimiz gibi onun Zeyd b. Ali Zeynelâbidin'le alâkası vardı. Câ'fer Sâdık'la aralarında samimî bir bağlılık mevcuttu. Muhammed Bakır onunla temas halinde idi. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi o, şehit edilen Muhammed Nefsü-'z-Zekiyye'nin ve İbrahim'in babaları olan Abdullah b. Hasan'ın talebesi idi. Öyle ise onlara son derece sadakatle bağlı olmasında, onların başına gelen felâketlerden çok acı duyduğuna dair haberlerde hayret edecek bir sev voktur. Ebû Hanîfe'nin iç âlemi mantığına uyan, yaşadığı ruhî haletini ifade eden ve halihazırı ile mazisini bir birine bağlayan budur.

Mansur'un Bazı Vazifeler Teklifiyle Ebû Hanîfe'yi Denemesi

Ebû Hanîfe'nin durumu, onun tarzı hareketlerini daima gözetleyen Mansur'un gözünden kaçmıyordu. Ebû Hanîfe'nin Küfe gibi tarihte yer alan bir şehirde bulunması ziyade uyanıklık istiyordu. Mansur onun devlete sadakatini, muvafakat derecesini denemek istedi. Ele güzel bir fırsat da geçmişti. Bağdat şehri kuruluyordu. Onu yeni merkeze Bağdat kadısı yapmak istedi, o kabul etmedi. Mansur ısrar etti, o kabulden çekindi. Mansur en sonunda herhangi bir iş olursa olsun mutlaka devlette resmî bir vazife almasını istiyordu. Maksat onun kanaatini anlamak, denemekti. Ebû Hanîfe bundan maksadın ne olduğunu anlıyordu: Kabul etmezse kellesi gideceğini seziyordu ve rivayete göre nihayet Bağdat inşasında tuğla hesaplarını kontrol işini kabul etmiştir.
İbn-i Cerîr Taberî'nin naklettiğine göre: Mansur Ebû Hanîfe'yi kadı tayin etmek istedi. O kabul etmedi. Mansur kabul ettireceğim diye yemin etti. Ebû Hanîfe de kabul etmeyeceğine yemin etti. Nihayet Mansur onu Bağdat şehrinin inşaat amirliğine, tuğla ve kerpiç işlerini kontrol etmeğe, amele çalıştırma işlerine âmir tayin etti, o da bunu kabul etti.
İbn-i Kesîr diyor ki: «Hersem b. Adiy'den naklolunmuştur ki, Mansur Ebû Hanîfe'ye Bağdat kadılığını teklif etti, o kabul etmedi. Mansur da: Devletten bir vazife almayınca onun peşini bırakmayacağına yemin etti. Bunu duyunca Ebû Hanîfe Mansur'un yemini yerini bulsun diye Bağdat inşaatında tuğla kontrol işlerini kabul etti. [28]

Bu rivayete göre Ebû Hanîfe, Ebû Câ'fer Mansur'un maksadını anladı ve kellesini kurtarmak için onu atlatmış oldu. Öyle anlaşılıyor ki, bu hâdise, Mansur, Hz. Ali taraftarlarının ileri gelenlerini toplayıp hapse attığı, onların mallarım zabt ve müsadere ettiği ve hattâ selefi Ebu'l-Abbâs Ceffâh'ın onlara verdiği tahsisatı bile keserek onlan her şeyden mahrum bıraktığı sıralarda olmuştur, ister Abdullah b. Hasan'm iki oğlunun öldürülmelerinden evvel olsun, ister sonra olsun bunun neticede bir önemi yoktur. Bu denemenin Ebû Câ'fer'le Hz. Ali evlâdı arasında nizam şiddetlendiği sırada olduğu şüphesizdir.



[26] İbn-i Kesir, El-Bidâye ve'n-Nihaye, c, X s.84.
[27] İbn-i Bezzâz, Menakıb-ı İmam'ı A'zam, c. II, s.22
[28] İbn-i Kesir, El-Bidâye ven-Nihaye, c. 10, s. 97.


Hanefi Mezhebi

MollaCami.Com