Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Ebu Hanife'nin Devrindeki Siyasî Hareketler Karşısındaki Durumu



Devrindeki Siyasî Hareketler Karşısındaki Durumu

İşte Ebû Hanîfe'nin yaşayışı böyle idi. Ve onun gelir kaynakları bunlardı. Şimdi hayatının akışı ile sıkı alâkası olan bir şeyden bahsetmek istiyoruz. Devrindeki siyasî ayaklanma hareketleri karşısında durumu ne idi? Bunların ona tesiri nedir? Ayaklanmalara yardımı var mıdır? Devlet işlerini ellerinde tutanlarla münasebeti nasıldı?
İmâm-i A'zam gibi büyük imâmın hayatına son vermeğe sebep olan o işkenceler bununla sıkı alâkadardır. Tıpkı sebebin müsebbiple, neticenin mukaddemelerle, eserin müessirle olan bağlantısı gibi. Hayatında çektiği elemlerin sebebi bunlardır.
Ebû Hanîfe hayatının 52 senesini Emevîler devrinde yaşadı. 18 senesini de Abbasîler devrinde geçirdi. Bu iki İslâm devletinde ömür sürdü. Emevî devletinin gençlik ve kuvvetli devrini gördü. Sonra onun çöktüğüne şahit oldu. Abbasîler devletine yetişti. Abbâsîlerin gizli bir teşkilât halinde Emevîleri yıkmak için propaganda yaptıkları, durmadan çalıştıkları günleri yaşadıktan sonra Emevî devletini yıkıp idareyi ele aldıkları günleri gördü. Abbasîler, Hz. Peygamber'in yakın akrabasından olduklarından Abbasî Halîfeleri, Peygamber'in dinî vekili gibi halkın başına geçmişlerdir. Halkı idareleri altına bu namla alıyorlardı.
Ebû Hanîfe bunların cümlesini görüp geçirdi. Bunlar onun üzerinden hâli kalmıyordu. İhtilâlcilerle bir olup hükümet aleyhine yürümediyse de, bütün haberler, onun kalben Hz. Peygamber'in âli, Ehl-i Beyt ile beraber olduğunu göstermektedir.

O, evvelâ Emevîlere karşı ayaklanan Peygamber'in akrabasıyladır. Sonradan bu işi Abbasîler sırf kendi ellerine alıp Hz. Ali'nin evlâdını mahrum bırakınca, Hz. Ali evlâdının Abbâsîlere karşı ayaklanmasını haklı gördü. Emevîleri din ve şeriat bakımından hiçbir suretle hak ve hâkimiyet sahibi görmüyordu. Fakat işi kılıca sarılmağa vardırarak isyan etmiyordu. Belki de bunu yapmayı kuruyordu, fakat bâzı sebepleri hesaba katarak buna imkân görmüyordu.
Zeyd b. Zeynelâbidin, 121 Hicrî yılında Hişam b. Abdu'l-Melik'e karşı ayaklanınca, rivayete göre, Ebû Hanîfe: «Onun bu çıkışı, Hz. Peygamber Efendimiz'in Bedir Harbine çıkışına benzer» demiştir. Kendisine:
— Öyle ise siz neye ona katılmadınız? denilince:
— Beni, ona katılmaktan halkın bendeki emanetleri alıkoydu. Bana birçok emanet bırakmışlardı. Onları ibn-i Ebî Leylâ'ya bırakmak istedim kabul etmedi. Emanetler bende iken bilinmeyen uzak yerlerde ölmekten korktum, dedi. Başka bir rivayette şu özürü ileri sürdüğü söyleniyor:
«Şayet halkın, onun atalarını aldattıkları gibi onu da aldatıp yarı yolda bırakmayacaklarını bilsem; onunla beraber ben de savaşırdım. Zira hak imâm ve halife odur. Hilâfet onun hakkıdır. Ben ona malımla yardım ettim. Bin dirhem göndererek ona bi'at ettim. Elçiye özürümü ona arzetmesini söyledim.»
Bu iki haberden anlaşılıyor ki, o İmâm Zeyd b. Ali Zeynelâbidin gibi bir âdil imâm tarafından olmak şartiyle, Emevîlere karşı isyanı şer'an caiz görüyordu ve kendisi de mücâhidlerle beraber kılıç sallamayı arzu ediyordu. Fakat o bununla iyi neticeler alınacağından emin değildi. Böyle yapmak haklı ve yerinde bir iş, lâkin buna kuvvetle katılanlar ve antla bağlı kalpler bulunmadığından bir netice çıkmayacağı da belli idi. Bununla beraber bu işe arka çevirip katılmayanlardan olmak da istemezdi. Onun için teyit edenlerden olduğuna delil göstermek maksadiyle malî yardım göndermiştir. Mal da takviye kuvvetidir.
İhtilâlcilerle beraber neden çıkmadığı hususunda zikrettiği sebepleri, kılıç taşımaya ve kavgada insan yaralamaya alışık değildi de bu sebeple cihada katılmadığından, kendini mazur göstermek için ileri sürdüğünü söylemek istemiyoruz. Böyle bir şeye ihtimal bile vermeyiz. Çünkü Ebû Hanîfe içindekinin aksini söyleyen kimselerden değildi. Kanaatinin hilâfına bir şey söylemez, her şeyi samimiyetle söyler. Hayatını bu yüzden tehlikelere bile maruz bırakmıştır. Bunları kuvvetli bir irade ve cesur bir kalble karşıladı. Korkmadı, zaaf göstermedi.


Irak Valîsi Îbn-Î Ebî Hübeyre'nîn Ebû Hanîfe'yî Takibi

İmam Zeyd b. AH Zeynelâbidin'in ihtilâli, 122 hicret yılında onun öldürülmesiyle sona erdi. Ondan sonra 125 senesinde oğlu Yahya Horasan'da ayaklandı. Babası gibi o da öldürüldü. Sonra bu Yahya'nın oğlu Abdullah, atalarının hakkını isteyerek ayaklandı. Emevîlerin son halifesi Mervan b. Muhammed'in gönderdiği kuvvetleri Yemen'de kırıp ezdi. Fakat o da 130 senesinde şehid oldu.[23]

Zeyd b. Ali'nin Ebû Hanîfe nezdinde büyük bir mevkii vardı. Hattâ onun devlete karşı çıkışını, Hz. Peygamber'in Bedir Harbine çıkışma benzetmişti. Onun dînini, ahlâkını, ilmini pek beğeniyor, çok takdir ediyordu. Onu hak imâm addederdi. Bu cihattan ayrılanlardan olmasın diye ona malca yardımda bulundu. Onun Emevîlerin kılıcıyle öldürüldüğünü gördü. Sonra bu açılan yaralar henüz dinmeden arkasından onun oğlunun öldürüldüğüne şahit oldu. Onun arkasından da torunu aynı akıbete uğradı. Şüphesiz ki, bunların hepsi Ebû Hanîfe'nin içinde birer düğüm halinde kaldı. Bu zulümleri diliyle söylemekten elbette ki çekinmedi. Bunları anlattı. Kızdıkları zaman ulemanın lisanları, keskin kılıçların yapamadıklarını yapar, onlardan daha keskin olur, vuruşları daha şiddetlidir. 130 senesinde Irak'ta Emevîlerin başından geçenler, bunu tamamiyle göstermektedir.

Mekkî'nin Menakıb-ı Ebû Hanîfe'sinde ve diğer menakıb kitaplannda ve târihlerin tercüme-i hâl kısımlarında kayıt olunduğu veçhile: Son Emevî Halifesi Mervan b. Muhammed'in Irak valisi olan Yezid b. Ömer b. Hübeyre, Ebû Hanîfe'ye kadılık veya hazinedarlık teklif etti. Bununla onun Emevîlere olan bağlılığını denemek istiyordu. Çünkü onun Hz. Ali evlâdına taraftar olduğu, onla*ra elinden gelen yardımı yaptığı Emevîlerin kulağına değmişti. Bu sırada Irak, Horasan ve İran, siyasî hareketlerle kaynaşıyordu. Şehirler birer birer Abbasî taraftarlarının eline düşüyordu. Koca yeryüzü her taraftan daralıp Emevîleri sıkıştırıyordu.
Mekkî aynen şöyle diyor: «Emevîler zamanında îbn-i Hübeyre Küfe valisi idi. Irak'ta kaynaşmalar başgösterdi. Irak fukahâsını kendi kapısında topladı. Aralarında İbn-i Ebî Leylâ, îbn-i Şüb-rüme, Davud b. Ebî Hind gibi ulema vardı. Her birini mühim devlet vazifeleri başına geçirdi. Ebû Hanîfe'yi de davet etti. Mührü onun eline vermek, istedi. Ebû Hanîfe'nin elinden geçmeyince hiçbir emir ve fermanın hükmü olmayacak, Beytü'l-Mal'den çıkan her mal Ebû Hanîfe'nin elinden çıkmış olacaktı. Ebû Hanîfe bunu kabul etmedi, İbn-i Hübeyre: Eğer kabul etmezse onu döverim diye yemin etti. Fukahâ arkadaşları Ebû Hanîfe'ye:
— Allah aşkına, kendini tehlikeye atma, şu işi kabul et. Biz senin kardeşleriniz, hepimiz bu işlerden nefret ediyoruz, fakat kabulden başka çare bulamadık, ister istemez vazife aldık, dediler.
Ebû Hanîfe şu cevabı verdi:
— Vasıt mescidinin kapılarını saymayı bana teklif etse ona onu da yapmam. Nasıl olur da bu ağır işi kabul ederim. O, boynunu vuracağı bir adamın ölüm fermanını yazacak, ben de ona mührü basacağım ha, vallahi böyle bir ise kat'iyen girmem!
İbn-i Ebî Leylâ:
— Arkadaşımızı bırakalım, o haklıdır, hata başkasının, dedi.
Ebû Hanîfe'yi hapse attılar. Ona her gün dayak attırıyorlardı. Cellâd, İbn-i Hübeyre'ye gelerek:
— Bu adam kırbaçtan ölecek, dedi. İbn-i Hübeyre:
— Söyle ona, bizi yeminimizden kurtarsın, dedi. O da Ebû Hanîfe'ye bunu söyleyince:
— Caminin kapılarını saymamı istese yine yapmam, dedi. Sonra o cellâd, İbn-i Hübeyre ile görüştü:
— Bu mahpusa bir nasîhatçı yok mu, mühlet istesin ki vereyim, dedi.
Ebû Hanîfe'ye haber gönderdiler :
— Arkadaşlarımla istişare yapayım, bakayım, dedi.
İbn-i Hübeyre tahliyesini emretti. Ebû Hanîfe hapisten çıkınca atına bindi, Mekke'ye kaçtı. Bu hâdise 130 senesinde İdî. Mekke'de yerleşti. Hilâfet Abbâsîlere geçinceye kadar orada kaldı. Ebû Ca'fer Mansur zamanında Küfe'ye döndü.[24]

İbn-i Hübeyre tahliyesini emretti. Ebû Hanîfe hapisten çıkınca ki, ibn-i Hübeyre, Ebû Hanîfe'ye işbirliği beraber çalışmayı teklif etti. O da kabul etmedi. Anlaşıldığına göre İbn-i Hübeyre ona, kendi taraftarında olduğunu gösterecek herhangi bir işi kabul etmesini teklif etti. Onun hakkında ileri sürülen itham ve şüpheyi anlamak istiyordu. Ona mührü vermek istedi. O ise kabul etmedi. Hükümet tarafında olduğunu gösterecek herhangi bir işin kabulünü teklif etti. Şiddetli ısrarlara ve dayağa rağmen o bunu yine kabul etmedi. İşkenceden başı şişti. Fakat gönlü sarsılmadı, dayak altında zaaf göstermedi. Ağlayıp sızlamadı. Fakat annesinin onun bu haline çok üzüldüğünü öğrenince, onun elemine acıyarak gözlerinden yaşlar boşandı. İşte hakkıyla kuvvetli olmak böyledir. Kanaati uğrunda çektikleri şeyler onun hiç umurunda bile olmaz, fakat kendisi için çok kıymetli olan candan yakınlarından birinin acı duymasına gönlü razı olmuyor, başkalarının acı duyması yüzünden kendi acıları artıyor, diğer kimselerin elem çekmesine tahammül edemiyor. Kuvvetli olmak demek, katı kalbli, kaba ve sert olmak demek değildir. Kuvvetli olmak, sağlam irade, yüksek duygu, şefkatli kalb, ince ruh, tahammüllü gönül, sebatlı akıl, vekarlı hareket sahibi olmak demektir. İşte Ebû Hanîfe, bunların hepsi demektir.

Ebû Hanîfe'ye Yapılan İşkencenin Siyasî Sebepleri

İbn-î Hübeyre'nin Ebû Hanîfe'ye bu işkenceleri yapmaktan maksadı onun Emevî'lere karşı durumunu anlamak ve denemek idi. Çünkü etrafında şüpheler dolaşıyordu. Anlaşıldığına göre diğer bâzı fukahâ da aynı töhmet altında idiler. Fakat onlar teklif olunan devlet vazifelerini kabul ettiler ve böylece kendilerini şüpheden kurtardılar. Belki de onlarda Ebû Hanîfe'deki sabır ve tahammül yoktu da kendilerini korumak için böyle hareket ettiler. Bütün bunlar olup biterken Emevî Devleti için için kaynıyordu. Horasan ve İran Abbasî'lerin eline geçmişti veya geçmek üzere idi. Irak'ta kaynaşan fitneler tehlikeli bir hal alıyordu. Abbasî'lerin orduları orada Emevî'leri kuşatmıştı. Devlet merkezine yakın ülkelerde bile Emevîler ansızın baskına maruzdu. Şu geniş dünya onların başına dar gelmeğe başlamıştı. Saltanat siyaseti onları Ebû Hanîfe'ye böyle muameleye sevk ediyordu. Fakat, din, ahlâk, siyaset bunu kabul edemez, buna asla razı olamazdı.

Hapishaneden Mekke'ye Gidişi, Abbasîler Devrinde Tekrar Dönüşü

Hapishane memuru hapisten çıkma yollarını hazırladıktan sonra Ebû Hanîfe Mekke'ye kaçtı. 130 senesinde Abbasîler idareyi tamamiyle ellerine alıncaya kadar Mekke'de oturdu. Her tarafta kopan ihtilâl insanları kapıp fitnenin içine atarken o, Kabe'nin civarında, Harem'i Şerif'te aradığı emniyeti buldu. İbn-i Abbâs'ın ilmine vâris olan Mekke'de şevkle hadis ve fıkıh ilimleri üzerine eğilip ilimle meşgul oldu. Ebû Hanîfe orada İbn-i Abbâs'm talebeleriyle buluştu. Onlara kendi ilmini öğretti. Onlardan da onların ilmini öğrendi, İlminden bahsederken Mekke ekolünden nasıl faydalandığını açıklayacağız.
Burada Mekke'de ne kadar oturduğunu tetkik etmek istiyoruz. Mekki'nin Menâkıb'ında kaydettiğine göre Ebû Hanîfe Mekke'de Mansur zamanına kadar kalmıştır. Mansur 136. hicrî yılında hilâfet makamına geçti. Ebû Hanîfe, 130 yılında Mekke'ye geldiğine göre en az altı sene Mekke'de ikamet etmiş olması gerekiyor. Bu itibarla bu büyük imâm ömrünün altı senesi gibi büyük bir kısmım Beytullah civarında geçirmiş, Kabe'de mücavir olmuştur.
Fakat yine Mekkî, Menakib'ında: Ebu'l-Abbâs Seffâh Kûfe'ye girip de halktan bîat istediği zaman Ebû Hanîfe'nin orada olduğunu söylüyor ve aynen şöyle diyor: «Ebû'l-Abbas Seffâh, Kûfe'ye girdiği zaman ulemayı davet etti, onları huzuruna topladı; onlara şöyle dedi:
— Bu hilâfet işi, Peygamberimizin ehline ve akrabasına geçti. Bu size Allah'u Teâlâ'nın bir lütuf ve keremidir. Hak yerini buldu.
Sizler, ey ulema zümresi, buna yardım etmeye en lâyık olanlarsınız. Size istediğiniz kadar ihsan ve ikram var. Allah malından ziyafet var. Halifenize bîat ediniz, âhirette sizin için emniyete kavuşmaya vesile olur. Allah'ın huzuruna, halifeye bî'at etmeksizin imâmsız olduğunuz halde çıkmayınız. Hüccetsiz ve delilsiz kalanlardan olmayın.»
Oradakiler Ebû Hanîfe'ye baktılar, o da :
— «İsterseniz kendim namına ve sizin namınıza konuşayım.» dedi.
— Evet, bunu arzu ediyoruz, dediler. Bunun üzerine şu sözleri söyledi:
— Allah'a hamd olsun ki, bu hakkı Resul-i Ekrem'inin akrabasına nasîb etti. Zalimlerin zulmünü bizden kaldırdı. Lisanımızla hakkı söyleyebiliyoruz. Allah'ın emri üzerine sana bî'at ettik. Kıyamete kadar sana verdiğimiz ahdi tutacağız. Allah-ü Teâlâ bu işi Peygamberimizin akrabasından asla ayırmasın.
Ebu'l-Abbâs da buna güzel bir cevap vermiştir:
— «Ulema namına senin gibiler konuşmalı... Seni seçmekte çok isabetli hareket ettiler. Sen de gayet güzel ifade ettin...»
Çıktıktan sonra (kıyamete kadar) sözü ile neyi kasdettiğini sordular, o da:
— «Siz beni ele verirseniz ben de sizi ele veririm...» dedi. Onlar da sustular. Ve onun yaptığını haklı buldular.[25]

Bu rivayet iki şeye delâlet eder:
1- Seffâh Kûfe'ye gelip de halktan kendisi için hilâfet bîati aldığı zaman Ebû Hanîfe orada bulunmaktadır. Bu hâdise ise, hiç şüphesiz ki, 136 yılından önce idi. Öyle olunca bu rivayet Kûfe'ye Mansur'un hilâfeti esnasında yani 136 senesinden sonra döndüğünü söyleyen rivayetin zahirine uymuyor.
Bu iki rivayetin arasını bulmak şöyle mümkün olur: Ebû Hanîfe, îbn-i Hübeyre yüzünden Mekke'ye kaçmıştı. İbn-i Hübeyre ve hükümeti Irak'tan çekilip gidinceye kadar orada oturdu. Onlar Irak'tan def olunca memleketinde kalmak niyetiyle Kûfe'ye geldi. îşte bu sırada Ebu'l-Abbâs Seffâh'la görüştü. Ve yukarıda geçtiği üzere ona bî'at etti. Fakat Irak'ta ve dolayında fitneler tamamiyle sönmüş değildir. İşler tam bir sükûnet ve istikrar bulmamıştı. Onun için yine Mekke'ye döndü. Belki ,de Mekke ile Küfe arasında, işleri icabı, birkaç defa gelip gitmiştir ve bu gidişlerinden birinde Seffâh ile görüşmüştür.
Halife Mansur devrinde işler yoluna girip istikrar bulunca Küfe'ye gelip orada kaldı ve mescidde ders halkasını eskiden olduğu gibi yine açtı. Fitneler ve kargaşalıklar devam edip dururken, Abbâsiyye devleti kurulduğu gibi hemen Kûfe'ye yerleşerek mescidde ders vermeye başladığını söyleyemeyiz. Çünkü tarihin delâleti veçhile inkılâpların sonunda huzursuzluklar derhal ortadan kalkıp dinmez. Tarihler bunu böyle kaydederler. Demek Ebû Hanîfe de işlerin yatışmasını bekledi ve ancak Mansur'un halifeliği esnasında Kûfe'ye dönüp orada kaldı.
2- Bu rivayetlerden çıkan ikinci meseleye gelince: Ulema Ebu'l-Abbâs'a bîat edilmesine razı değildir. Bi'at esnasında yaptığı konuşmadan sonra Ebû Hanîfe ile başbaşa kalınca bunu söylemek istediler. Sonradan onun yaptığını ve dediğini kabul ettiler.
Hakikaten bu ulema arasında ibn-i Şübrüme, îbn-i Ebî Leylâ gibi Emevîlerle çalışmış, onlara hizmet etmiş kimseler vardı. Onların son halife Muhammed h. Mervan'a yaptıkları bî'at boyunlarında idi. Ahdinde durmak borçtur. Bu yeni bî'at onları gayet güç duruma düşürmektedir. Ebû Hanîfe'ye gelince Emevîler hakkında hiçbir taahhüde girmiş değildir. Boynunda böyle bir borç yoktu.



[23] Ibn-i Esir, EI-Kâmil, c. V, 122, 125, 130 seneleri olayları
[24] Mekki, Menakib-ı Ebi Hanife, s. 23, 24.
[25] Mekkî, Menakıb-i Ebû Hanife, s. 151, îbn-i Menakıb-ı İmâm-ı A'zam, c. II, s 200 Bezzâz Ebû Hanlfe'nin nutkundaki (Kıyamete kadar) tabiri üzerinde duruyor. Arapçada bu ibare ile (buradan kalkıncaya kadar) mânası da kasd olunmak ihtimali var, diyor. Fakat bu söz hakkiyle bi'at içindir. Burada öyle bir ihtimal yoktur. O, Abbâsilerin Al-i Beyte iyi muamele yapacaklarını çok kuvvetle ümit ediyordu. Bu ümidleri boşa çıkınca ileride Abbasiler aleyhinde konuşmuştur.


Hanefi Mezhebi

MollaCami.Com