Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Ebu Hanife'nin İlmî Olgunluğu Ve Münazara Kuvveti



İlmî Olgunluğu Ve Münazara Kuvveti

Görülüyor ki, Ebû Hanîfe, asrındaki İslâm ilimlerini ve kültürünü elde etmiş münevver bir kimsedir. Âsim kıraati üzere Kur'ânı Kerîm'i ezberledi, Hadis biliyordu. Edebiyat, şiir, nahiv öğrendi. İtikat mes'elelerine dair türlü fırkalarla mücadele etti. Hattâ münakaşa yapmak için Basra'ya bile gittiği ve orada bir sene kaldığı olurdu. En sonunda fıkha sarıldı.
Hayatının gençlik çağında, akaid esasları hakkında münazara yapmaktaki hevesi onu çok olgunlaştırmış, en yüksek mertebeye ulaştırmıştı. Din esaslarım anlama tarzı kuvvetli idi. Hattâ kendini fıkha verdikten sonra bite icabettiği zaman ara sıra usul ve akaid esaslarında münakaşa yaptığı olurdu. Hâriciler Küfe mescidini bastıkları zaman Ebû Hanîfe mescidin içinde idi. Onun yanına girdiler, onlarla münazara yaptı.[11]

Gulât-i Şia'dan bazılarıyla münakaşa yaptı ve onları ikna etti. Ve daha böyle nice vakalan oldu. Bütün bunlar, o kendisini fıkha verdikten sonra oluyordu.
Fakat kendisi ara sıra böyle usul ve akaid hakkında münakaşalar yapmakla beraber talebelerini ve yakınlarını böyle münakaşalardan men ediyordu. Rivayet olunduğuna göre oğlu Hammâd'ı kelâm mes'elesinde münakaşa yaparken gördü ve onu bundan vaz geçirdi. Ona:
— Seni münakaşa yaparken görüyoruz, bizi neden menediyorsun? dediler. Cevabı şu oldu:
— Biz münazara yaparken, arkadaşımız kayıp düşecek, yanılacak diye korkudan başımızda kuş varmış gibi dururduk. Sizse münazara yapıyorsunuz ve arkadaşınızın düşmesini istiyorsunuz. Arakdaşımın kayıp düşmesini isteyen, arkadaşını tekfir etmek istiyor, demektir. Arkadaşını tekfir etmek isteyense, arkadaşından önce küfre düşer.»[12]

Münazaraların Onu Olgunlaştırması

Sözün hulâsası: Muhtelif rivayetlerin işaret ettiği ve ekseriyetin de tasrih eylediği veçhile Ebû Hanîfe, itikat mes'elelerinde münakaşa yaparken hayata atıldı. İlm-i kelâm dediğimiz budur. Muhtelif fırkalarla mücadele yapardı. Sonra bundan vaz geçti, fıkha döndü. Bütün fikir kuvvetini fıkha verdi; yine de ara sıra mecbur kaldıkça veya hakkı meydana çıkarmak için akaide dair münakaşalar yaptığı da olmuştur.
Ebû Hanîfe bidayette muhtelif dinî fırkaların münakaşa mevzuu yaptıkları mes'elelerle boğuştuktan sonra fıkıh okumaya döndü. Devrinin büyük üstadlarından ders aldı. Onlardan birine devam etti. Ondan okudu ve yetişti. Başka fıkıh talebeleri muhtelif üstadlardan ders alırken o bir üstada devam etti. En mümtaz hocayı seçti. Onun muhitine ısındı. En ince mes'eleleri ondan öğrendi. Küfe o zaman Irak fukahâsının yatağı idi, Basra ise muhtelif mezheb fırkaları yatağı idi. Bu çevrelerin onun üzerine büyük tesiri olmuştur. Kendisi bu hususta şöyle demektedir: Ben ilim ve fıkıh ocağında yetiştim. Onların erbabiyle bir arada bulundum, o fukahânın arasından bir fakîhe devam ettim.[13]

Üstadı Hammâd'ın Dersine Devamı

Ebû Hanîfe Hammâd b. Ebî Süleyman'ın dersine devam etti. Fıkıh hususunda ondan yetişti. Hammâd ölünceye kadar ondan ayrılmadı.

Burada bahsedeceğimiz üç şeyi kurcalamak isteriz:
1- Fıkha döndüğü veya Hammâd'a devama başladığı zaman Ebû Hanîfe acaba kaç yaşında idi?
2- Müstakil ders vermeğe başladığı zaman yaşı kaçtı?
3- Hammâd'a devamı fasılasız mı idi? Yâni başkalariyle ilmî münasebeti hiç mi yoktu? Yalnız Hammâd'a devam edip başkasından hiç fıkıh okumadı mı?

Bu suallerin cevabına başlayalım : Fıkıh okumağa veya Hammâd'dan ders almağa başladığı zaman kaç yaşında olduğunu doğrudan bilmiyoruz. Fakat müstakil ders kürsüsüne çıktığı zamanki yaşından bunu bulabiliriz. Çünkü bu bellidir. Hemen bütün rivayetlerin ittifak ettiği bir nokta vardır ki, o da Ebû Hanîfe'nin Hammâd'ın dersine vefatına kadar devam etmiş olduğudur. Ancak üstadı Hammâd'm ölümünden sonra müstakil ders halkası kurmuştur. Hammâd 120 Hicrî senesinde öldü. Hanîfe o zaman kırk yaşında idi. "Demek Ebû Hanîfe 40 yaşında ders okutmağa başlamıştır. Aklı tam kemâle erip olgunlaştıktan sonra üstadının yerine geçmiştir. Bundan önce de ders vermeği düşünmüştü. Fakat sonra vaz geçti. İmâm Züfer'den rivayet olunuyor: Ebû Hanîfe üstadı Hammâd'a olan bağlılığı hakkında şunu anlatmış:
«On sene onun dersinde bulundum. Sonra içimde bir ders halkasında baş olma arzusu uyandı. Onun dersinden ayrılıp kendim ders vermek istedim. Bir gün evden çıktım. Niyetim bunu yapmak. Mescide girdim. Üstadı görünce gönlüm ondan ayrılmağa razı olmadı. Gelip yanına oturdum. O gece üstadın Basra'da bulunan akrabasından birinin ölüm haberi geldi. Mal bırakmıştı. Ondan başka da mirasçısı yoktu. Bana kendi makamına geçip ders vermemi emretti ve Basra'ya gitti. O gittikten sonra ondan hiç duymadığım mes'eleler gelmeğe başladı. Ben onları cevaplandırıyor ve cevapları da yazıyordum. Sonra üstad dönüp gelince bu mes'eleleri ona arzettim. Altmış mes'ele dolayında idi. Kırkında bana muvafakat etti, onları uygun buldu, yirmisinde muhalif kaldı. Ben de ölünceye kadar ondan ayrılmamaya ahdettim ve ölünceye kadar ondan ayrılmadım.[14]

Hammâd'ın dersinde on sekiz sene bulunduğu tarihçe sabittir. Kendisi şöyle diyor: «Bir defa Basra'ya geldim. Her ne sorulursa behemahal cevabını veririm, sanıyordum. Bana öyle şeyler sordular ki, cevabını bulamadım. O zaman üstadım Hammâd'dan ölünceye kadar ayrılmamaya and içtim. Ve onsekiz sene onun talebesi oldum.»[15]
Ebû Hanîfe onsekiz sene Hammâd'm dersine devam etmiş ve üstadı öldüğü zaman kırk yaşma basmış olunca, ona talebe olduğu zaman yirmi iki yaşında bulunduğu meydana çıkar. Kırk yaşma kadar onsekiz sene talebelik yapmış olur ve ondan sonra da müstakil ders halkası kurmuştur.
Bu devamın nasıl olduğuna gelince, Ebû Hanîfe'nin hayatını inceleyen kimse, bunun fasılasız olduğunu yâni tamamiyle ona bağlanıp başkalarından hiç ders almadığını söyleyemez. Beytullah'ı ziyaret etmek, Hac yapmak maksadiyle sık sık Hicaz'a giderdi. Mekke ve Medine'de ulema ile buluşup görüşürdü. Bunların çoğu tâbiîndendir. Onlarla görüşmesi ilmî olurdu. Onlardan Hadis rivayeti dinler, onlarla fıkıh müzakere yapar, kendi usulüne göre onlara ders verirdi. Ona ait haberlerde ve önün tarihinde bir çok üstadları olduğu zikrolunmaktadır. Kendilerinden Hadis rivayet ettiği ve ders aldığı kimselerin arasında muhtelif fırkalardan adamlar var. Zeyd b. Ali Zeyd'el-Âbîdin'den, Ca'fer Sâdık gibi Şia imamlarından ders almıştır. Muhammed Nefs'üz-Zekiyye'nin babası Abdullah b. Hasan'dan da ders almıştır. Ricata kail olan bâzı Keysaniye ulemasından da ders okumuştur.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, o üstadı Hammâd'a devamla beraber diğer fukahâ ve muhaddisleri de görmüştür. Nerede bulunursa bulunsun tabiîni arar bulurdu. Bilhassa fıkıh içtihatta seçkin olan Sahabeyle buluşmuş olan tabiîni mutlaka arar bulurdu. Kendisi diyor ki: «Hz. Ömer'in fıkhını, Hz. Ali'nin fıkhını, Abdullah b. Mes'ud'un fıkhını ve îbn-i Abbas'in fıkhını onların ashabından aldım.» Eğer ders alması yalnız Hammâd'a münhasırdır dersek, bunları diğerlerinden almış olmasına yol bulamayız.



[11] Ebû Hanife fıkıh üstadı olarak şöhret kazandıktan sonra Haricilerle arasında geçen bir münakaşayı burada naklediyoruz: Günah işleyen bir Müslümanın kâfir olacağını iddia eden Haricîlerden bir gurup İmâm-i Azam'a geldiler ve sordular:
— Mescidin önünde iki cenaze var. Biri bir erkek cenazesi, şarap içmiş, boğazında kalmış, boğulmuş ölmüş! Diğeri bir kadın cenazesi, zina etmiş, bundan hâmile kaldığını anlayınca intihar etmiş. Bunlar hakkinda ne dersin?
— Bunlar hangi millettendir? Yahudi miydiler?
— Hayır.
— Hıristiyan mıdırlar?
— Değil.
— Putperest mi?
— Hayır.
— Hangi millettendiler ya?
— Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed onun kulu ve Peygamberidir diyen ümmettendirler.
— Bu kelime-i şehâdet îmanın üçte, dörtte veya beşte biri midir?
— İmama öyle üçte, dörtte, beşte biri olmaz, o parçalanmaz!
— İmanın kaçıdır?
— Bütünüdür.
— Öyle ise cevabını kendiniz verdiniz. Onların mü'min olduğunu söylediniz.
— Bunu bir yana bırak. Onlar Cennet ehlinden mi yoksa Cehennem ehlinden mi?
— Bu hususta ben şunu diyebilirim: Hz. İbrahim bu ikisinden daha büyük günah işleyen kavm için şöyle demişti: «Bana tâbi olanlar bendendir. Bana karşı gidenler hakkında Sen Gafur ve Rahimsin...» Keza Hz. İsa'nın onlardan daha çok günahkâr olan kavim için dediğini tekrarlarım: «Şayet azap edersen onlar da Senin kulların, şayet onları af edersen Aziz ve Hakîm olan Sensin». Keza onlar hakkında Hz. Nuh'un dediği gibi derim: «Biz sana inanır mıyız? Senin ardına hep azrâil düşmüş dediler. Onlar ne yapıyormuş ben ne bileyim? Onların hesabı Rabbine aittir. Bunu bir bilseniz. Ben îman edenleri kovmaya memur değilim.»
Bunun üzerine Haricîler silâhlarını bıraktılar.
[12] İbn-i Bezaazi, Menakıb-ı İmam-ı A'zam, c. I, s. 121.
[13] Hatib Bağdadi, c. 13, s. 333.
[14] Hatip Bağdadî, Tarih-i Bağdad,.c. 13, s. 333.
[15] Hatip Bağdadî, Tarîh-i Bağdad, c. 13, s. 333.


Hanefi Mezhebi

MollaCami.Com