Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Istanbula giderseniz -11- Abdülaziz han hazretleri

http://l..Şehid sultanlarımızdan...Huda şefAatını mahrum etmesin..malum Abdülhamid han hazretleriyle aynı türbede .VE Abdül hamid han hz.leinin Amcası....... ziyaretimiz 22 kasım.2010[/b]

.Sultan Abdülaziz'in ölümünden birkaç gün önce çekilmiş son fotoğrafını gündeme taşıyan Zaman, şimdi de padişahın 'şehadeti'nde üzerinde bulunan kanlı giysileri buldu. 131 yıldır saklanan kıyafetler, Topkapı Sarayı'nın depolarında ortaya çıktı. Giysiler pantolon, hırka, dizlik, gömlek, atkı ve iç kıyafetten oluşuyor. Yanlarında, Sultan'ın bileklerini kestiği iddia edilen bir makas da var. Tanıtıcı etikette, "Abdülaziz'in şehadetinde üzerinde bulunan giysiler" kaydı düşülmüş. Olayın üzerinden bir asırdan fazla zaman geçmesine rağmen elbiseler hâlâ kan kokuyor. Padişahın cenazesini yıkayan imamın, "Hâlâ bileklerinden kanlar süzülüyordu, vücudunda darp izleri vardı." ifadesini doğrularcasına kıyafetler kanlar içinde. Ancak herhangi bir yırtılma yok.


Resmî tarih, Sultan Abdülaziz'in 30 Mayıs 1876'da tahttan indirildikten dört gün sonra iki bileğini keserek intihar ettiğini yazsa da, tarihçilerin büyük bölümü öldürüldüğü konusunda hemfikir. Giysileri sandıkta saklayan Pertevniyal Valide Sultan da, oğlunun intihar ettiğine hiçbir zaman inanmadı. Hatıratında, Abdülaziz'in Feriye Sarayı'na gizlice sokulan üç pehlivan tarafından öldürüldüğünü söyledi.


Pertevniyal Valide Sultan'ın, elbiseleri bugüne ulaşmasını sağlayarak tarihî gerçeklerin ortaya çıkmasını amaçladığı belirtiliyor. Tarihçiler, bir insanın her iki bileğini keserek intihar etmesinin mantıken mümkün olmadığına işaret ediyor.


Abdülaziz dönemiyle ilgili çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Vahdettin Engin, padişahın öldürüldüğü kanaatini yineliyor. Serasker Hüseyin Avni Paşa ile meşrutiyet arayışında olan Yeni Osmanlılar'ın bir olup Sultan'ı katlettiğini düşünen Engin, tarihin bu belgeler ışığında yeniden yazılması gerektiğini söylüyor. "Sultan Abdülaziz neden öldürüldü?" sorusunu ise şöyle cevaplıyor: "Abdülaziz'den sonra başa geçen V. Murad, aklî dengesi yerinde olmayan sağlıksız biriydi. Bunu herkes biliyordu. Onun başarısızlığı halinde başa yeniden geçecek ilk isim Abdülaziz olacaktı. Darbeciler bu ihtimali göz önünde bulundurarak padişahı katletti." Tartışmalı tarihî olaylarla ilgili kitaplarıyla tanınan Dr. Erhan Afyoncu, "Sultan Abdülaziz'in öldürüldüğü şüphe edilmeyecek bir gerçektir. Bir bileğini kesen biri diğer bileğini nasıl keser? Bu bir kere akla mantığa ters. Sultan, gerek hapsedildiği sarayda gerekse bu saraya götürülürken ağır hakaretlere uğradı. Sadece o değil, Harem'de yaşayan annesi, ablası da hakaret gördü. O dönemde kimse tahttan indirilse bile padişah ailesine bunu yapmaya cesaret edemezdi. Öldürüldükten sonra padişahın cesedi günlerce karakolda bekletildi. Bu bile çok ağır ve birçok soruyu içinde barındıran bir durum. Zaten padişahın kayınbiraderi Çerkes Hasan, bir süre sonra Hüseyin Avni Paşa'yı öldürüyor. Bu cinayet de bize padişahın intikamını almak için yapıldığını gösteriyor." diye konuştu. Abdülmecid döneminde başlayan yenilik hareketlerini sürdüren Abdülaziz (1830-76), 14 yıl 11 ay 5 gün tahtta kaldı. Mithat Paşa'nın kışkırtmalarıyla üniversite öğrencileri 10 Mayıs 1876'da bir protesto yürüyüşü düzenledi. 30 Mayıs 1876 Salı günü sabaha doğru saray Hüseyin Avni Paşa komutasındaki askerlerce basılmış ve Abdülaziz kansız şekilde tahttan indirilmiştir. Abdülaziz'in tahttan indirildikten 4 gün sonra, hapis hayatı yaşadığı Feriye Sarayı'nda sakalını düzeltmek için istediği söylenen makasla bileklerini keserek intihar ettiği iddia edilse de öldürülmüş olabileceğine dair kanıtlar var.


Kanlar içindeki bu elbiseler ibret verici


Evet gerçekten de Sultan Abdülaziz'in kanlı kıyafetlerinin Topkapı Sarayı Müzesi'nde saklanıyor olması son derece önemli. Bu her şeyden önce Osmanlı'nın tarihe, atalarının mirasına verdiği önemi gösterir. Müzecilik tarihi açısından da fevkalade önemli bir şey. Kanlar içindeki elbise ibret verici. Kanlı bir elbiseyi atmamış, yakmamış, bugüne kadar aynen korumuşuz. Atalarımızdan kalan Kaşıkçı Elması da, bir kumaş parçası da müzeciler için değerlidir. Sultan Abdülaziz'in ölümüne gelince, intihar etti demek mümkün değil, basbayağı öldürülmüştür. Bu kadar net.


Öldürülmeden önceki son fotoğrafını da yayınlamıştık


İki yıl önce yayınladığımız Sultan Abdülaziz'in son fotoğrafı, Osmanlı sultanına reva görülen 'aşağılayıcı' tavrı gözler önüne seriyordu. Saray fotoğrafçılarından Vasilaki Kargopulo tarafından çekilen fotoğrafta, padişahın giydiği kıyafetler ve arkasında lâubali şekilde duran sarayın alt görevlileri dikkat çekiyor. Endişeli gözlerle bir sandalye üzerinde oturan Abdülaziz'in arkasında duran iki görevli, sultanın omuzuna dirsek dayamış şekilde poz veriyor. Fotoğraf, Bahattin Öztuncay'ın hazırladığı "Hatıra-i Uhuvvet: Portre Fotoğraflarının Cazibesi 1846-1950" adlı kitapta yayınlanmıştı.










Padişah'ın kanlı gömleği komitacıların utanç tablosu
Sultan Abdülaziz'in 130 seneden beri bir sandıkta bekleyen kanlı elbiseleri bize, ölümünün intihar veya katil yoluyla gerçekleşmesinden çok, dört gün önce bir hükümet darbesine uğradığı gerçeğini yeniden hatırlatmalıdır.


Topkapı Sarayı'nın depolarında görüntülediğimiz padişahın kanlı elbiseleri, Abdülaziz'in ölümü üzerindeki sır perdesini ortadan kaldırır mı bilinmez; ama hem elbiseler hem de iki yıl önce ortaya çıkan fotoğraf tarihçiler için birer delil niteliğinde.
Siyasetleri beğenilmeyen kişiler, demokratik ülkelerde seçim mağlubiyetlerinden sonra köşelerine çekilip hâtıralarını yazıyor veya o güne kadar hep erteleyip durdukları hayatlarının en zevkli meşgalesiyle uğraşıyorlar; demokratik kültürün henüz tam köklenemediği yerlerde ise günün birinde ortaya çıkıveren kana bulanmış gömlek ve elbiselerle geçmişimizle bir kere daha yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Bu yüzleşmenin sevimsiz yanı, o meşhur "intihar-katil" iddialarının Türkiye'de kendine hâlâ taraftar bulabiliyor olmasıdır. "İntihar etti" görüşünü inatla savunanlar, ne yazık ki, Sultan Abdülaziz'i deviren darbecileri aklamak nâmına komik bir tezi seslendirmiş oluyorlar. İşte bu nokta, darbe komplosundan daha esef verici bir tutum olarak resmî tarih tezlerinde hâlâ durmaktadır.


Sultan Abdülaziz, hayatını kendilerine emanet ettiği çevrelerin (Serasker Hüseyin Avni Paşa, Askerî Mektepler Nazırı Süleyman Paşa ve bir kısım askerî talebe komplonun askeri kanadını, ülkemizde hürriyet şehidi diye nam salmış Midhat Paşa ve mütercim Rüştü Paşa ise sivil kesimi teşkil ederler) işbirliği ile saltanattan uzaklaştırılmış ve sağ kalması mahzurlu görülerek, "kaatilleriyle fotoğrafı çekildikten" bir süre sonra öldürülmüştü. Bu hadise neredeyse bir asrı aşkın zaman içinde Jöntürk edebiyatında, İttihat ve Terakki retoriğinde, daha sonra aydınlanmış ve dinamik önderlerin zor yoluyla siyasi iktidarı ele geçirip kullanmaya hakkı olduğunu savunan "devrimci" yazarlarca intihar yorumuyla sunulmuş, katil hadisesini soruşturan Yıldız Mahkemesi ise "Abdülhamid'in kuklası" mevkiinde keyfi bir kurul gibi takdim edilmiştir.


Sultan Abdülaziz'in sağ eliyle sol bileğini, daha sonra sol beliyle sağ bileğini makasla keserek intihar etmesi ile (!) inen tarih perdesi, 27 Mayıs 1960'taki darbe ile üzücü benzerlikler gösteriyor. Türk aydınları hâlâ, 27 Mayıs'ın bir darbe mi, yoksa meşruiyetini kaybetmiş zalim bir iktidara karşı şanlı direniş hakkının kullanılması mı olduğu meselesinde kafa karışıklığı içindedir. Hadiselerin cereyan tarzı, o devrin haberleşme araçlarına hakim olan zümreler tarafından çarpıtılarak sunulduğu için en yakın tarihimiz üzerinde bile dışarıdan bakıldığında çok komik görünen tartışmalardan kurtulamıyoruz. Bu zihni sis ve kirlilikte aydınlarımızın büyük vebal sahibi olduğunu hatırlatmaya gerek var mı?


Batılı demokrasinin dip köklerinde cinayete veya darbeye uğrayarak canından olan pek çok mağdur ve maktulün kanlı elbiseleri ve trajik hatıraları yatıyor; iki fark var, onlar artık bu gibi hadiseler etrafında kamplaşıp mânâsız tartışmalar yapmıyorlar ve beğenmedikleri siyasetçileri ise sadece emekliliğe mahkum ediyorlar. Ümid ederiz ki Abdülaziz'in kanlı elbiseleri, ülkemizde demokratik kültürün kökleşmesinde hayırhah bir fonksiyonu yerine getirir ve geçmiş-gelecek bütün darbe özlemcilerine ibret olur. .

.

.Abdülaziz Han'ın Öldürülmesi..(şehadeti)


Abdülaziz Han, Sultan Abdülmecid Hanın vefatından sonra 1861 yılında, 32 yaşında padişah oldu.

Abdülaziz Han, güçlü kuvvetli, ata sporlarından güreşe, ciride, ava meraklı, kahraman yapılı bir hükümdardı. Halk kendisini sevmekte, ikinci bir Yavuz olarak görmekteydi. Üzerinde durduğu en mühim mesele ordu ve donanmanın yeniden tanzim edilmesi, yeni usullere göre tekamül ettirilmesiydi. Avrupa'dan elde edilen kredilerin pek çoğu bu sahada sarf edildi. Donanma, dünyanın sayılı donanmalarından birisi oldu. Nizamiye, ihtiyat, redif ve müstahfız adıyla 700.000'i aşkın askeri bir kuvvet hazırladı. Bunların top ve tüfek ihtiyaçları için de modern tesisler kurdurdu.

II. Abdülaziz Han, zeki, anlayışlı ve dünya siyasetine vakıf olduğu için saltanatının ikinci yılında (1863) Mısır'ı ziyaret etti. Kalabalık bir heyetle beraber, Mısır'a yapılan bu gezi çok gösterişli oldu. Yavuz Sultan Selim'den sonra Mısır'a gelen ilk Osmanlı sultanına halk çılgınca sevgi gösterilerinde bulundu. Sultan Abdülaziz. Kahire'yi at üstünde dolaştı. Bu seyahat Mısır halkının Hilafet makamına olan bağlılıkının güçlenmesini sağladı.

1867 yılında Paris'te açılan büyük bir sergiyi görmek için imparator Napolyon'un davetini kabul ederek Fransa'ya gitti. Oradan, ingiltere, Belçika, Almanya, Avusturya, Macaristan yoluyla memlekete döndü. Bu seyahatlerinde Fransa imparatoru Üçüncü Napolyon, İngiltere Kraliçesi Victoria, Belçika Kralı İkinci Leopold, Prusya Kralı Birinci Wilhelm, Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı Birinci Fransuva-Josef, Romanya Prensi Birinci Karol ile görüştü. Sekiz ülkeye gitti. Beş hükümdarla görüştü. Ve bu seyahatlarının çoğunda şehzade Abdülhamid Han'ı yanında götürdü.

Balkanlarda Rusya ve diğer devletlerin desteklemesi ile çıkan isyanlar, devrinin en mühim hadiselerindeııdir. Rumeli ve Girit'teki gayri müslim halkın ayaklanmaları devletin başına büyük gaileler açtı. Karadağ, Sırp, Bulgar ve Girit isyanları ile hükümet hem nüfuz, hem de mali bakımdan kayıplara uğradı. Karadağ'a yapılan savaşlar kazanılarak bu mesele bir müddet için kapandı. Sırbistan'da bazı kalelerdeki askerlerin geri çekilmesi ile anlaşma yapıldı. Girit'teki isyan, başarılı bir askeri harekat ile bastırıldı.

Mahmud Nedim Paşanın sadareti, hem dışta hem de içte devletin itibarının sarsılmasına sebeb oldu. Tarafdarı olduğu Rus Sefiri İgnatiyef'in tavsiyeleri ile hareket eden Mahmud Nedim Paşa, aldığı kararlarla Avrupa devletlerinin tepkisini çekti. Bilhassa devletin senelik ödediği borcunu beş sene müddetle ödenmeyeceğini bildirmesi üzerine Avrupa'da Osmanlılar aleyhine gösteriler yapılmasına yol açtı. Zaten Rusya'nın da istediği buydu. Nitekim, Ruslar bu karışıklıktan faydalanarak Balkanlarda Panislavizm propagandasını yaygınlaştırıp büyük huzursuzluklar çıkardılar. 1875 yazında Bosna-Hersek'te isyanlar çıktı. Bunu Rusya'nın teşviki ile 1876'da Sırbistan'ın Osmanlı Devletine savaş ilanı takip etti. Osmanlı Devleti sıkıntılar içinde olmasına rağmen Sırbistan'ı kısa sürede mağlub etti. Ardından Bulgaristan'da karışıklıklar çıktı ise de mahalli kuvvetlerle bastırıldı.

Sultan Abdülaziz Han, Balkanlardaki tehlikeli gelişmeyi önlemeye çalışırken daha önce görevlerinden azl edilmiş bulunan Hüseyin Avni, Midhat, Mütercim Rüşdi paşalar ile Hasan Hayrullah Efendi ihtilal hazırlığı yapıyorlardı. Bilhassa Hüseyin Avni Paşa, Mahmud Nedim Paşa tarafından azledilip, sürüldüğü için padişaha kin bağlamıştı. "Kinim dinimdir" diyen bu adam, padişahı tahttan indirip öldürmeye karar verdi. Londra'ya gidip İngilizlerle bu işi planladı. İkinci adam olan Midhat Paşa ise, batı kültüründen ve din bilgilerinden tamamen yoksun birisiydi. Tuna valiliği zamanında yaptığı işler, bilhassa İngilizler tarafından reklam edilerek şişirilmişti. İçki masalarında devlete ait kararlar alırdı. Memleketi kurtaracak tek insanın kendisi olduğuna inanırdı

Hüseyin Avni, Midhat, Mütercim Rüşdi ve Süleyman paşalar, padişahın tahttan düşürülmesi için geniş bir propagandaya giriştiler. Halkın gözünde Sultan'ı küçültmek için çeşitli iftiralar yaydılar. 30 Mayıs 1876 Cuma günü sabahı, saat 04.30'da harekete geçtiler. Taşkışla'dan gelen taburlarla, Mekteb-i Harbiyyenin 300 kadar talebesi, Dolmabahçe Sarayını çevirdi. Donanma da deniz tarafını kontrol altına aldı. Sultan Abdülaziz Han kayıkla alınıp, Topkapı Sarayına götürülerek, Sultan Üçüncü Selim Hanın şehid edildiği odaya hapsedildi. Sonra Fer'iyye Sarayına götürüldü.

4 Haziran 1876'da Avni Paşa, çoktan planlamış olduğu cinayeti saraydan elde ettiği adamlarına yaptırdı. Cezayirli Mustafa Pehlivan, Mabeyinci Fahri Bey, Yozgatlı Pehlivan Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed Pehlivan, Sultan Abdülaziz Hanın kaldığı odaya zorla girdiler. Büyük mücadeleden sonra iki bileklerini kesip dışarı kaçtılar. Avni Paşa çığlıkları duyar duymaz, Kuzguncuk'taki yalısından Fer'iyye Sarayına geldi. Henüz ölmemiş olan Sultan Abdülaziz Han, pencereden çıkartılan adi bir perdeye sarılarak yakın bir karakola nakledildi. Ölüm raporunu imzalamak istemeyen iki doktordan birini Avni Paşa hemen Trablusgarb'a sürdü. Diğerinin de apoletlerini söktü. Üç pehlivana maaş bağlanarak gerçeği açıklamaları önlendi. Sultan Abdülaziz'in naaşım yıkayan imamlar, sonradan verdikleri ifadelerde, Sultanın iki dişinin kırık olduğunu, sakalının sol tarafının yolunduğunu, sol memesinin altında büyük bir çürüğün bulunduğunu belirtmişlerdir. Pehlivanlar da, yaptıklarını sonra itiraf etmişlerdir. İsmail Hami Danişmend 5 ciltlik İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi adlı kitabında Sultanın ölüm sebebinin intihar olmayıp, cinayet olduğunu 31 delil ile izah etmektedir. İntihar eden bir kimsenin iki bileğini küçük bir makasla kendisinin derince kesmesi adli tıbba göre mümkün değildir. Sultanın cenazesi 5 Haziran 1876 günü büyük bir merasimle kaldırıldı. Babası Sultan İkinci Mahmud Hanın Çemberlitaş'taki türbesine defnedildi.


Gezi & Seyehat

MollaCami.Com