Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Istanbula giderseniz -10- Abdülhamid.han hazretleri

..2008 ziyaretimde kapı kapalıydı.saat 5 olmuştu..1200 km gelip türbeye girmeden dua edip gitmek ağrıma gitti..kapıyı çaldım .açtılar.müsade istedim verdiler..şükür girdik türbeye ziyaretimizi yaptık...kısmet oldu.2010 da. galiba22.kasım dı yine gittim .pazartesi kapalıymış..dişarıdanda olsa ziyaretlerimizi yapıp ayrıldık....mevlamız ecdada layık nesillerden eylesin bizleri.

Mustafa Müftüoglu

Sultan Abdülhamid Hân niçin tahttan indirildi?!.

Necip Fazil Bey rahmetlinin ifadesiyle: “Mesrutiyet, bir takim fikirsiz Makedonya kabadayilarinin ruhuna gem takmis ve kör hamlelerini istismara yol bulmus teskilâtli Yahudilik, Masonluk ve Dönmeligin eseridir!..” Ittihatçi çete bu sekilde Ikinci Mesrutiyet hareketini basarmis fakat zamanin pâdisahi Ikinci Abdülhamid Hân’i devirememisti!.. Hem Sultan Hamid, hem o dönemin devlet adamlari iktidarda idi!.. Halbuki gaye, ne Kanun-u Esasî’nin (Anayasa) tekrar yürürlüge girmesi, ne Mesrutiyet’in ilâni, ne de Meclis-i Meb’ûsân’in açilmasiydi... Bunlar birer vasita idi ve bu vasitalardan istifade ile Sultan Hamid devrilecek, Pâdisahin Islâm âlemindeki hilâfet politikasi yok edilecek, Devlet-i Aliyye yagma edilecekti...

Bize düsman ser kuvvetler bu gaye ile Ittihatçi çete efradinin elinden tutmustu amma, Mesrutiyet’in ilânina, Meclis-i Meb’ûsân’in açilmasina ragmen Sultan Ikinci Abdülhamid Hân hâlâ mevkiini muhafaza ediyordu. Üstelik millet çogunluguyla padisahi seviyordu, ordu, mühim ekseriyyeti ile Pâdisaha bagli idi, “Hareket Ordusu” Kumandani Mahmud Sevket Pasa, Meclis-i Meb’ûsân Baskani Ahmed Riza Bey’e söyle diyordu: “Ben maiyyetimdeki askeri, mesrutiyet ve pâdisahi kaldirmak isteyenleri te’dib edecegiz (cezalandiracagiz), Pâdisahin ve milletin cani tehlikededir diyerek buraya getirdim. Hal’in (Pâdisahi tahttan indirmenin) bizim tarafimizdan vuku’ bulacagini asker duyarsa isyan eder, mahvoluruz.” Milletvekilleri ise, Yildiz Sarayi’nin “Tûlânî Merasim Salonu”nda 31 Aralik 1908 Persembe günü verilen ziyafette birbirini çignercesine Pâdisahin elini etegini öpmüslerdi, koyu bir Sultan Hamid düsmani olan o devrin ünlü kalemsoru Hüseyin Cahid (Yalçin) hâtiratinda: “Abdülhamid ile görüsen Avrupalilar, onun pek çekici ve baglayici bir nezaket ve sahsiyyeti oldugunu ötedenberi yazarlardi. Bunu dalkavukluga ve menfaatperestlige hamlederek inanmazdik. Fakat bu gece Abdülhamid’deki büyük cazibeyi ben yakindan gördüm. Ziyafet sonunda hemen bütün mebuslarin/milletvekillerinin kalbini kazanmisti” diyerek bu gerçegi itiraf etmistir!.. Sultan Abdülhamid Hân’in saltanati boyunca (1876–1909) kazandigi bu muhtesem nüfuz ve itibar, Ittihatçilari korkutmus ve iste onlar, bütün gayretlerine ragmen sekiz buçuk aydir Pâdisahi devirmeye muvaffak olamamislardi!..

Halbuki, Ittihad ve Terakki adli çetenin basindakilerin ekserisi masondu ve bu masonlarin kayitli bulundugu loca Sultan Abdülhamid Hân’in tahttan indirilmesine çoktan karar vermisti!.. Masonlar bu kararla Ittihatçilara yardimci olmuslar, tiyatro oyununu andiran bir merasimle (tekris) yemin ettirmislerdi!..

Gizli anlasma!..

Sevr’e kadar, düsmanlarimizin aleyhimize yaptiklari –elimizde bulunan bes gizli antlasmaya göre– gayeleri: Milletin ve devletin haklarini titizlikle koruyan, düsmanin bütün mel’anetlerini en ince teferruatina kadar bilen ve aldigi fevkalâde tedbirlerle, bu arada bizzat elindeki “Yildiz Istihbarat Teskilâti” çalismasiyle koskoca Osmanli Imparatorlugu’nu (Adriyatik’ten Bagdat’ta, Kuzey Karadeniz sahillerinden Orta Afrika’ya kadar) bütün iç ve dis düsmanlara ragmen ayakta tutan Sultan Ikinci Abdülhamid Hân devrilecek ve sonra... Ve sonra Yahudi Filistin’e yerlesecek, Pâdisahin Islâm âlemindeki taa Çin’e kadar uzanan büyük nüfuz ve itibari yok edilip Ingiliz emperyalizmasi hâkim olacak, Moskof, gözünü diktigi “Bogazlar”i alip Akdeniz’e inecek, “Türkiye’nin mirasi üzerinde Almanya’nin haklari”ndan bahseden Almanlar, Ingilizleri alt edip Anadolu ve Mezopotamya ile beraber Hindistan ve Misir’a sahip olacak, biri surayi, digeri burayi zaptedecek... Velhasil muhtesem Imparatorlugumuz yikilip gidecekti!..

Asirlardan beri bu gaye pesinde kosan düsman, Tanzimâtçisini da, Yeni Osmanlisini da, Ittihatçisini da zaman zaman hep bu gaye ugruna besleyip bagrina basmis bu gaafilleri veya hainleri kendi usullerince ayni gaye ugruna yetistirmistir!..

Tanzimâtçidan Yeni Osmanli’ya, ondan da Ittihatçi’ya intikal eden bu gaflet veya ihanet nihayet netice vermis, tarihimize “irticâ” diye geçen Rumi: 31 Mart 1325, Milâdî 13 Nisan 1909 olayi sonunda Sultan Ikinci Abdülhamid Hân al-asagi edilmis, kendi ifadesiyle: “........ fimabaad (bundan sonra) ne pâdisahligin ve ne de hilâfetin ehemmiyeti kalmayacaktir. Zannedersem ben, hateme-i müluk (pâdisahlarin sonu) olacagim” demis ve gerçekten ondan sonra gelen kardeslerinden Suldan Resad (1909–1918) Ittihatçilar elinde esâretten bir saltanat sürmüs; Sultan Vahideddin (1918–1922) ise bahtsiz bir Osmanoglu olarak yurt disina hicret edip hayatini gurbette tamamlamistir!..

Ve sonrasi...

91 yil evvel 27 Nisan 1909 Sali günü “Meclis-i Millî” denilen içlerinde pek çok hainin de bulundugu Âyan/Senatör ve meb’ûsanin/milletvekillerinin bulundugu topluluk “tamamen uydurma, iftira, yalan, efsane saheseri” bir fetvâ ile Abdülhamid Hân’i tahtindan indirdi!.. Böylesine bir fetvâya Fetvâ Emini Haci Nuri Efendi bütün tehdit ve tazyike ragmen muhalefet ederek meslek-i ilmiyyenin haysiyyetini korumustur. Mevlâ râhmet eyleye...

Sultan Ikinci Abdülhamid Hân’i tahtindan indirenlerin basinda Talât Pasa vardir. Mason, hem de Üstad-i-a’zam derecesinde mason olan bu Talât Pasa için Falih Rifki Atay: “Imlâsini bizim düzeltecegimiz kadar Türkçesi vardi” der!.. Iste bu masonun basinda bulundugu çete, “tamamen uydurma bir fetvâ” ile Abdülhamid Hân’i devirdikten sonra, yeni bir “afvolunmaz hatâ”, “silinmez leke” ile, içlerinde ünlü bir Yahudi’nin, bir Ermeni’nin ve iki de karanlik islerin adamindan kurulu bir heyeti, “Osmanli tarihinde tek bir misli olmayan fâcia” ile Müslümanlarin Halifesi olan alti yüz yillik Osmanli devletinin hâkanina göndererek tahttan indirildigini bildirmekten utanmadilar!.. Ve sonra da ayni günün gecesinde alelacele bir kararla Selânik’e gönderdiler!.. Yirmi dört kisilik maiyyetiyle çok zor sartlar içindeki bu yolculugun ne müdhis bir eziyet içinde geçtigine dair pâdisahin kizlarindan Sadiye Sultan (1886–1977) ile Ayse Sultan’in (1887–1960) yayinlanmis hâtiralarinda ibretle okunacak sayfalar vardir!..

O tarihe kadar pek çok pâdisah hal’ edilmis/tahtindan indirilmis, hattâ Ikinci Osman/Genç Osman (1618–1622) ve Abdülaziz Hân (1861–1876) gibi öldürülenler olmus, fakat Istanbul disina sürgün edilen pâdisah olmamisti!.. Hareket Ordusu basinda Istanbul’a giren ve Abdülhamid Hân’in “büyüklügü” sayesinde müdhis bir lüpçülükle zafer (!!!) kazanip tam bir diktatör kesilen Mahmud Sevket Pasa bu sürgün isini plânlayan kimsedir!.. Sultan Hamid bu nankörün tertibi, oyunu ile Selânik’e giderken, Istanbul’da korkunç bir soygun baslamis, daha evvel kaydettigimiz bu korkunç soygun tarihimize “Yildiz Yagmasi” diye geçmis ve bu “yagma”dan kurtulabilen yalniz Yildiz Kütüphânesi olmustur!..

91 yil evvel 27 Nisan 1909 Sali günü baslayan Abdülhamid Hân’in Selânik’deki sürgün hayati 1912 yilinin 1 Kasim Cuma gününe kadar üç sene, alti ay, üç gün devam etmistir!.. Bu üç buçuk yillik sürgün hayatinin zorluklari, istirabi, hüznü ve üstelik servet gasbi basta Mahmud Sevket Pasa olmak üzere, Ittihatçi çete basindaki sergerdelerin yüz karasidir!..

Bu haftaki yazimizi Ali Riza Alp’in bir cümlesiyle noktalayalim: “Abdülhamid’i kötülemek cehalettir.”



Kaynak: Milli gazete, 28.04.2000

Rabbim dualarımızı kabul etsin.
İhvan kardeş, bayağı meraklandım sayenizde ama türbede aramam dostlar heryerde.
Hani kınından çıkmış kılıç gibi onlar vazifelerinde.
Şemsi arar yüreğim Konya bir tane
Desene buluştu dostlar yeniden bu ilde.
Ama söz İstanbul da gezilecek il kalabalık ama olsun ;)

.Abdülhamid Han'ın Siyonistler ve Masonlarla Mücadelesi

Devlet sınırları içindeki Yahudi ve mason hakimiyetinin farkına varan Sultan Abdülhamid, bu kirli güçlere savaş ilan etti. Abdülhamid'in bu kararlı tutumu üzerine siyonist ve masonların tek çıkış yolu onun iktidarına ivedilikle son vermek olacaktı.

1875 yılında Osmanlı İmparatorluğu, tarihinde görülmedik derecede ciddi ekonomik ve siyasal bir bunalıma girmişti. Dış borç kaynaklarının azalmasının yanısıra iç borçların ödenmesi artık imkansız hale gelmişti. Aynı yıl Bab-ı Ali de kısmi bir ekonomik batışı kabul etti. Mayıs 1876'da Süleyman Paşa komutasındaki Harbiye öğrencileri, yanlarına Şeyh-ül İslamlığın medreseli öğrencilerini de alarak Sultan Abdülaziz'i tahttan indirdiler. Darbeye, medreseli öğrencilerin katılımı nedeniyle "Softalar Darbesi" adı verildi. Ancak darbenin sonuçları, darbenin "softalar"ın kontrolünde olmadığını gösteriyordu. Aksine, darbe "masonik"ti; darbeden sonra ön plana çıkarılan mason Sadrazam Mithat Paşa, tahta mason biraderi 5. Murad'ı geçirmişti.

Üstad-ı Azam Kemalettin Apak, Beşinci Murad'ın masonluğunu hakkında şöyle der: "O vakıtlar henüz Veliahd olan 33. Osmanlı Padişahı Beşinci Sultan Murad dahi bu locaya (Fransız Ser Locası) kaydolmuş ve 18. dereceye kadar yükselmiştir (Kemalettin Apak, Türkiye'de Masonluk Tarihi, sf.24)."

Sultan Abdülhamid'in Tahta Çıkışı

Padişah 5. Murad'ın tahta çıkışı üzerine ülke mason Sadrazam Mithat Paşa'nın kontrolüne geçmişti. Mithat Paşa'nın kafasında ise, aydınlanmacı ve pozitivist bir temele dayanan yeni bir Osmanlı toplumu yaratma hedefi vardı. Ancak 5. Murad'ın dengesiz kişiliği bu masonik projenin uygulamasına izin vermedi. Padişahın aniden psikolojik rahatsızlık geçirmesi üzerine yerine yeni bir isim aranmaya başlandı. Tek alternatif olarak görülen Abdülhamid, Meşrutiyet'i ilan etmeyi ve bir anayasanın oluşturulmasını kabul edince 31 Ağustos 1876 tarihinde tahta çıktı.

Mason 5. Murad'ın bağlı bulunduğu İstanbul'daki Prodos Locası'nın üstadı Kleanti Skalyeri ise Abdülhamid'in tahta çıkarılmasına büyük tepki gösterdi. Tarihimize "Çırağan Vakası" olarak geçen olayda Skalyeri 5. Murad'ı kaçırarak tahta tekrar çıkarmaya çalıştı, ancak Abdülhamid olayı önceden haber alarak darbeyi önledi. Bu olay, Türk yakın tarihinde önemli bir rol oynayacak olan "masonik darbe" kavramının da ilk önemli örneğiydi.

Ancak Skalyeri'nin Abdülhamid'in istihbaratçıları tarafından durdurulması, bu örgüt çevresinde örgütlenen gizli güçlerin bertaraf edilmesi anlamına gelmiyordu. Aksine, Batı kültürünün büyüsüne kapılan aydınlardan (Jön Türkler) gelen ve azınlıklardan destek bulan muhalefet, kısa bir süre sonra Abdülhamid'in önüne büyük bir engel olarak çıktı. Çünkü Abdülhamid dağılmakta olan İmparatorluğu ayakta tutmak için yegane çözümün pan-İslamizm olduğunu görmüştü ve İmparatorluk bünyesindeki tüm Müslümanları İslam kimliği ile birarada tutmayı hedefliyordu. Bu ise, Osmanlı'nın zaafiyetlerini İslam'ın kendisinde gören ve kurtuluşu Batı pozitivizmini ve sekülerizmini ithal etmekte bulan Jön Türkler açısından kabul edilemez bir durumdu. Bu muhalefet, Abdülhamid'i ve onun İslam birliği amacını baltalamak için onyıllar süren bir çaba içine girdi.

Abdülhamid, karşısındaki bu masonik cephe ile sabırlı bir mücadele yürütürken -ki bu mücadele hiçbir zaman abartıldığı gibi "kanlı" değil, aksine son derece ılımlı yürütülmüş, rejim muhalifleri sadece sürgün edilmişlerdir- yüzyılın sonunda karşısına ilginç bir pürüz daha çıktı.

Siyonizmin Vadedilmiş Topraklarına Ulaşmasındaki Engel

Padişahlık görevini yürüttüğü 33 sene boyunca masonlukla büyük mücadele veren Abdülhamid'e diğer bir tepki Siyonistlerden gelmişti. 1897 yılında ilk olarak siyasi bir yapıya sokulan Siyonizmin vazgeçilmez hedefi olan Yahudi devletinin sınırları Tevrat'ta şöyle tarif edilmiştir:

"Ayak tabanınızın bastığı her yer sizin olacak. Sınırınız çölden Lübnan'dan ırmaktan, Fırat ırmağından Garp Denizine kadar olacaktır. Önünüzde kimse duramayacak, Allah'ın izniyle Rab size söylediği gibi dehşetinizi ve korkunuzu ayak bastığınız bütün diyar üzerine koyacaktır." (Tevrat, Tekvin Bölümü 12/25)

Siyonistler kendilerine Tevrat tarafından vadedilen bu topraklara ulaşmak amacıyla 19. yüzyıl sonlarında resmi girişimlere başladılar. 1897 yılında Basel'de yapılan 1. Siyonist Kongresi'nde Yahudi lider Theodor Herzl, Yahudi devletinin sınırlarını şöyle açıklamıştı:

Kuzey sınırımız Kapadokya'daki (Orta Anadolu) dağlara kadar uzanır. Güneyde de Süveyş Kanalı'na; sloganımız Davud ve Süleyman'ın Filistin'i olacaktır.

Herzl, bütün dünya Siyonistlerinin vereceği destekten emin olarak kongrede şunları da söylemişti:

Basel'de ben Yahudi Devleti'ni kurdum. Eğer yüksek sesle söylersem bütün dünya bana güler. Fakat beş sene içinde veya elli sene sonra herkes bunu bilecek.

Basel'de yapılan ilk Siyonist kongrede çizilen hayali sınırlar Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altında bulunuyordu. Theodor Herzl bu toprakları ele geçirmek için birçok kez İstanbul'a geldi. Bu yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomik olarak zor durumda olduğu biliniyordu. Herzl Sultan Abdülhamid'in bu zor durumundan yararlanarak Filistin'i para karşılığında ele geçirmek istiyordu. Fakat Abdülhamid'in tepkisi Theodor Herzl'in tahmin ettiği gibi olmadı.

Filistin topraklarına göz diken Siyonistlerin Sultan Abdülhamid'den olumsuz cevap almaları, hatta saraydan kovulmaları Siyonistlerin Abdülhamid'e olan düşmanlıklarının ilk tohumlarını atmıştı. O günleri yaşayan Mustafa Turan (Bey) hatıralarında Siyonistlerin Abdülhamid'le olan diyaloglarını ve daha sonraki gelişmeleri şöyle anlatıyor:

1893 baharında Siyonist cemiyetin kurucusu Theodor Herzl, bu konuda görüşmeler yapmak için İstanbul'a gelmiş, Hahambaşı Moşe Levi ile beraber Yıldız Sarayı'nda Abdülhamid'in karşısına çıkmışlardı:

"Padişahımız hazretlerine, Yahudi kullarından bir istirham sunmaya geldik. Bu sadık kullarınız Mukaddes Filistin'e yerleştirilmeleri için emirlerinizi bekliyorlar. Ve bir şükran armağanı olarak beş milyon altın kabul buyurmanızı arz ediyorlar."

Halbuki Sultan Abdülhamid, onların planlarını çoktan haber almış ve cevabını çoktan hazırlamıştı. Sonuç; gelen heyetin saraydan hemen kovulması oluyor, çıkarılan bir fermanla Yahudilerin Filistin'e yerleşmeleri yasaklanıyordu. İşte masonlar ve Siyonistler bunlardan dolayı Abdülhamid'e düşmandılar. Abdülhamid'e karşı mücadele de böyle başlamış oluyordu... Önce Balkanlar karıştırılıverdi... Sırp ve Bulgar çeteleri desteklendi, kışkırtıldı. Sonra, Taşnak komitesince plan kurdurtulup Yıldız'da Cuma selamlığında Abdülhamid'e karşı suikast planlandı. Suikastte Abdülhamid kurtulmuş ama birçok asker şehit olmuştu. Bu suikastte başarısız olan masonlar-Yahudiler çalışma alanlarını Paris'e kaydırdılar. Çünkü Paris'te birçok Jön Türk vardı. Siyonistler Jön Türkler'e her türlü desteği vermeye başladılar. Yayın ve diğer faaliyetleri oluşturulup Abdülhamid aleyhine kampanyalar başlattılar (Mustafa Yalçın, Jön Türkler'in Serüveni, İlke Yayınları, İstanbul, 1994, s.186-187) .

Abdülhamid'in bu kararlı tutumu üzerine Yahudilerin tek çıkış yolu onun iktidarına ivedilikle son vermek olacaktı. Herzl "Siyonizmin amaçlarına ulaşabilmesi için Osmanlı'nın dağılmasını beklemeliyiz" diyordu. Bunun için de ilk hedef Abdülhamid'in tahttan indirilmesiydi. Abdülhamid'i dış müdahalelerle düşüremeyeceğinin farkında olan Herzl, bunun için devlet içinde güçlü bir kuruluşla işbirliği yapmayı tercih etti. Amacına en uygun kuruluş, Jön Türk hareketinin uzantısı olan İttihat Terakki Cemiyeti'ydi (Harun Yahya, Siyonizmin Dünya Egemenliği Politikası) .

İttihat Terakki Cemiyeti'nde önemli bir etkiye sahip olan grupların biri Selanik'li Yahudi kökenliler, yani dönmelerdi. Bu isimler Abdülhamid'i devirmek için uluslararası finans çevrelerinden yardım sağlamaktaydılar. Cemiyetin diğer bir yardım kaynağı ise Mısır Cemiye-i İsrailiyesi'ydi. Mısır'da bulunan Yahudilerden oluşan bu cemiyet, Jön Türklerin çıkarmış olduğu yayınların Mısır'da kolayca dağıtılmasına yardımcı oluyordu.

Devlet sınırları içindeki Siyonist ve mason hakimiyetinin farkına varan Sultan Abdülhamid, kendine bağlı olarak kurmuş olduğu istihbarat örgütü vasıtasıyla masonları sıkı takibe aldı. Selanik'te bu gelişmeler olurken, masonlardan büyük bir tehlikenin geleceğini hisseden Abdülhamid, mason localarını denetim altına almaya çalıştı. 1894 yılından sonra localarda neler konuşulduğu ve orada yapılan faaliyetlerin içeriği konusunda bir örgütlenme kurmuştu. Osmanlı üzerinde güçlü etkisi olan Ser Locası, Abdülhamid'in etkili istihbarat çalışmalarına fazla dayanamayarak kapanmak zorunda kaldı.

İkinci Meşrutiyet'in İlanı ve Masonların Meşrutiyetçilere Açık Desteği

Abdülhamid'e muhalif grupların arasında başı İttihat Terakki Cemiyeti üyeleri çekiyordu. İttihatçılar tarafından astırılan bildiriler Abdülhamid'e yapılan uyarılar niteliğindeydi. Bu bildirilerle Abdülhamid'e karşı savaş ilan edilirken, Makedonya ve Selanik'teki Mason localarının tam desteği alınmıştı.

Abdülhamid, İttihatçıların tehditleri üzerine geri adım atmak zorunda kaldı. Amacı gereksiz yere kan dökmemek idi. Çünkü bazı İttihatçılar, yanlarına Balkanlar'da yaşayan azınlıklara mensup askerleri alarak dağda kurdukları çetelerle devletin merkezleri olan Yıldız ve Babıali üzerinde baskı yapmaya başlamışlardı. İttihatçılar tarafından küstah bir dille çekilen telgraf neticesinde Abdülhamid'in Meşrutiyet'i ilan etmekten başka bir ihtimali kalmamıştı. Üstad-ı Azam Kemalettin Apak, bu olayın ayrıntılarını şöyle anlatıyor:

Serez'deki Makedonya Locası'nın azasından olan Serez mutasarrıfı Reşit Paşa kardeşimiz, Meşrutiyet ilanı günü Serez'den İstanbul Yıldız Sarayı'na, İkinci Sultan Abdülhamid'e telgraf çekerek "iki saate kadar Meşrutiyet ilan edilmediği ve cevap verilmediği takdirde ahali tebdili biat edecektir" demişti. Abdülhamid bu telgrafı alınca telaşlanmış ve müsvedde halinde olan bu cevabı tebyiz bile ettirmeden her tarafa telgraf çektirerek İkinci Meşrutiyet'i tamim mecburiyetinde kalmıştır (Türkiye'de Masonluk Tarihi, Kemalettin Apak, s.39) .

Yıllardır kurulması düşünülen fakat sürekli olarak Abdülhamid'in engellemeleri neticesinde başarısızlıkla sonuçlanan Büyük Türkiye Locası çalışmaları da Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte başarıya ulaştı. Üstad-ı Azam Kemalettin Apak ise masonluk-İttihat ve Terakki ittifakının, Meşrutiyet'in ilanından sonra da devam ettiğini vurgular:

Masonluk bu bölgede İttihat Terakki Cemiyeti'ne nasıl hizmet etti ise, bilahare Meşrutiyet'in ilanını müteakip bu cemiyet de Türk masonluğunun teşkilatlanıp gelişmesine öylece hizmet etmiş ve onun yükselmesine amil olmuştur (Türkiye'de Masonluk Tarihi, Kemalettin Apak, s.41) .

Meşrutiyet'in ilanından sonra masonların yapmış oldukları propagandalar sayesinde devlet kademesinde mason olmayanların Avrupa ülkelerinde itibar görmeyeceği inancı yaygınlaşmıştı. Araştırmacı-Yazar Mustafa Yalçın, Meşrutiyet'in ilanından sonra mason localarına artan talebi kitabında şöyle anlatıyor:

Bu propagandalara aldananlar gecikmeden soluğu mason teşkilatlarının gizli odalarında alıyorlardı. Önce İstanbul'da bir mason büyük şurası oluşturuluyor sonra ilk üyeler en yüksek mason basamağına yani 33. dereceye çıkarılıyordu. Masonluğun bu yüksek basamağına tırmanan biraderler arasında Talat Paşa, Mithat Şükrü Bey, Karasu, Davit Kohen vardı. Bu zatları birdenbire son basamağa çıkaran zat, Mısır Şuray-ı Ali azasından Sakanini biraderdi. Türk masonluğunun siyon üçgenli tahtına yerleşen İttihat ve Terakki ileri gelenleri, diğer subayları da locaya girmeye zorlayarak kendilerine çekmeye çalışıyorlardı. İttihat Terakki, herkesi bünyesinde toplamaya çalışmakla bir siyasi oluşum havası vermek istiyordu. 31 Mart olayının ardından İttihat ve Terakki liderlerinden Talat Bey, masonlukta bir basamak daha çıkıyor ve büyük üstad oluyordu. Ayrıca memleketin her yerine, Elazığ'dan Malatya'ya varıncaya kadar İttihat Terakki kanalıyla localar açılır olmuştu. Az zamanda yalnız İstanbul'da 24 loca açılmıştı. Bütün memleketteki locaların sayısı 58'e ulaşmıştı (Türkiye'de Masonluk Tarihi, Kemalettin Apak, s.39) .

Abdülhamid'i düşürmek masonlar için kolay olmayacaktı ve ancak bir darbe ile düşürülebilirdi. Yapılacak ilk uygun zeminin hazırlanmasıydı. Sultan Abdülhamid, hiçbir ilgisinin olmadığı 31 Mart Ayaklanması gerekçe gösterilerek ve Şeyhüllİslam Mehmed Ziyaettin'in verdiği fetva sonucunda tahttan indirildi. Abdülhamid'in yerine İttihatçıların güdümünden çıkmayacağı belli olan Mehmet Reşat getirildi. 27 Nisan gecesi de Sultan Abdülhamid ve ailesi 20 saatlik bir tren yolculuğu sonucunda Selanik'e gönderildi. Bu olaydan sonra Osmanlı'yı bir İslam Birliği halinde ayakta tutabilmenin son fırsatı da yok edilmiş oluyordu.


Rabbim dualarımızı kabul etsin.
İhvan kardeş, bayağı meraklandım sayenizde ama türbede aramam dostlar heryerde.
Hani kınından çıkmış kılıç gibi onlar vazifelerinde.
Şemsi arar yüreğim Konya bir tane
Desene buluştu dostlar yeniden bu ilde.
Ama söz İstanbul da gezilecek il kalabalık ama olsun ;)

..amin kardeşim..ALLAH (cc)dostlarını yerlerinde ziyaret ayrı bir güzellik ve huzur.

Bismark'ın ''Dünyada yüz gram akıl varsa, bunun doksan gramı Abdülhamit Han`da'' dediği Osmanlı'nın 34. padişahıdır. Mason dostu değil tam tersi düşmanıdır ; onun içindir ki tahtından olmuştur.

.34. Osmanlı Padişahı II. Abdulhamid Han'ın Tuğrası
(Okunuşu: "Abdülhamid Han Bin Abdülmecid El Muzaffer Daima")


"Çok açıktır ki, bu imparatorluğun kuruluş ve gelişmesinde büyük hükümdarların çok payı vardır. Bunlardan birisi, ‘hükümdarların en sonuncusu ve zamansız, geç geldiği için katkısı anlaşılamayan' II. Abdülhamid Han’dır. Gerilemenin, yavaşlamanın asrında ortaya çıkmıştır. Yapabileceği fazla bir şey yoktur. Cihanşümul bir imparatorluğun sonuna gelinmiştir. Bu bakımdan II Abdülhamid 'dünya imparatorlukları'nın, yani muhtelif dinlerden olan ve muhtelif diller konuşan birtakım milletlerin bir arada yaşadığı cihanşümul denilen imparatorlukların üçüncüsü ve aslında sonuncusunun son hükümdarıdır. Çünkü kendisinden sonraki hükümdarların ikisinin şahsiyet olarak kayda değer bir yanı yoktur.

Sultan Reşat iyi niyetli, dindar, kendine göre de malumatı, bilgisi olan ve Farsça bilip konuşan bir sevimli ihtiyarcıktır; son hükümdar VI Mehmed Vahideddin, oldukça zayıf eğitim görmüştür, ileri yaşta tahta geçmiştir. Bir yenilginin, çöküntünün ortasında tahta çıkan, Mütareke devri padişahıdır. Ondan da bu ortamda bir şey beklenemez. Dolayısıyla bu dünyanın en son hükümdarı, tarihi, hukukî ve müessese olarak son üniversal imparator (son Roma imparatoru) II. Abdülhamid Han’dır. Bu anlamda Müslümanlardaki Hilâfet müessesesini de yetki ile temsil eden son kişi kendisidir."

İlber Ortaylı
(Osmanlı'yı yeniden keşfetmek - Sayfa 54)


Gezi & Seyehat

MollaCami.Com