Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Hasan-ı Basrî ve Ehl-i Sünnet

EHL-İ SÜNNETâ€™İ ANLAMAK İÇİN ÖNCE HASAN-I BASRİ HAZRETLERİNİ İYİ BİLMEK LAZIMDIR

Ortaya çıkan fırkalar hakkında görüş beyan ederek bu meseleler hakkında ilk defa merkezi zümrenin fikirlerinin temsilciliğini yapan Hasanü'l-Basri'dir.
Onun Ehl-i Sünnet’in fikrî ve itikâdî esaslarının tezahüründe önemli bir yeri vardır. Devrinin siyâsi ve itikâdî meseleleri hakkında muayyen görüşler ileri sürmüştür.
Emevi idarecilerini tenkit etmiş, zâlim idareciye her konuda itaat edilmeyeceğini savunmuş ve "Allah'a karşı bir günah söz konusu olunca, mahlûka itaat gerekmez." (bk. Buhâri, Ahâd, I; Müslim, İmâre, 39; Ebû Dâvud, Cihâd, 40, 87; Nesaî, Bıa, 34;,İbn Mace, Cihad, 40; A. b. Hanbel, Müsned, I, 94, 409) hadisine dayanarak Allah'a karşı gelmeyi gerektirecek bir istekte bulunduğu takdirde, idareciye itaat mecburiyetinin olmayacağını açıkça ifade etmiştir. (Mes'ûdî, Murücüz-Zeheb, 111, 201)

Hasanü'l Basrî, iktidar mevkiinde bulunanların uyarılmasının, ve onların cehennem azabiyle korkutulmasının, Müslüman bilginlerin görevi olduğunu belirtmiştir.
Ancak kılıçla karşı çıkılmasını kabul etmemiş, şöyle demiştir: "Eğer zikrettiğiniz meseleler Allah'ın azâbını gerektiriyorsa insanlar, kılıçlarıyla Allah'ın cezasını döndüremezler. Eğer onlar bir gâile ise, Allah'ın hükmünü sabırla beklemelidirler."

Hasanu'l-Basrî siyasi otoriteyi elinde tutanların zâlim olabileceği hususunu kabul ederek, Peygamber s.a.v.'in fitne anında âlimlere uyulmasını tavsiye etmesini dikkate alıp "Sizden olan ulû'l-Emre itaat edin" (en-Nisâ, 4/59) ayet-i kerimesinde geçen Ulû'l-Emr'i âlimler, fâkihler diye tefsir etmiştir.

Sonraki dönemlerde İslâm ümmetinin manevi dinamiğini âlimler, İslâm hukukçuları belirlemiş, insanlar onların çevresinde toplanmıştır. (İbn Kesir, Tefsiru'l Kur'an'il-Azîm, II, 303)

Hasan-i Basri Hazretleri, büyük günah (Kebâir) işleyenlerin âkibeti ve kader meselesinde bazı yeni görüşler ileri süren Vâsil b. Ata'yı meclisinden "kovmuş", Harici’lerin büyük günah işlediler iddiasıyla bazı sahâbîleri tekfir etmesini, bir nifak alameti saymış ve Gulât-ı Şia'yı (Hulefâ-ı Râşidin’e söven aşırı grup) reddetmiştir.


EHL-İ SÜNNET KELİMESİNİN İLK NE ZAMAN KULLANILMAYA BAŞLANDI?

Sahâbilerin fitne çıkmadan önceki haline uyan, fitneler çıktıktan, Müslümanlar fırkalara ayrıldıktan sonra da sahabîlerin çoğunluğunun tutumunu benimseyen topluluk, kendilerini diğer bid'at fırkalarından ayırmak için, zaman zaman ehl-i sünnet, ehlü'l-hakk, "ehlu's-sünne ve'l-İstikâme, ehlu'l-hadis, ehlu'l-cemaâ, ehlu'l-hadis ve's-sünne ve ehlu's-sünne ve'l-cemaâ isimlerini kullanmışlardır.

Ehlu's-Sünne terimini ilk kullanan, Muhammed b. Sirın (ö.110/728), "ehlu'l-hakk ve'l-cemâ'a" terimini ise, ilk defa kullanan Ebu'l-Leys es-Semerkandi (ö.373/898)'dir.
Terim hicrî II. asır başlarından itibaren "ehlu'l-hakk ve'l-istikâme" "ehlu's-sünne ve'n-nakl", "ashabu'l-hadis" şekillerinde kullanılmıştır.

Bu topluluk (ehl-i sünnet) hakikatte bir fırka değil, Hz. Peygamber s.a.v.'in ve ashabının yolunu takip eden ekseriyettir. Sonraki dönemlerde bu isimler içerisinde diğerlerindeki ortak noktalan da toplaması açısından "ehlu's-sünne ve'l-cema'ât" ismi yaygınlaşmış ve kabul edilmiştir.

Bu kullanışa yakın bir ifadeyi Ahmed b. Hanbel (241/855) "Ehlu's-sünne ve'l-cemâ'a ve'l-âsâr" şeklinde kullanmıştır. (İbn Ebi Ya'la, Tabakatu'l-Hanâbile, Kahire 1952, I, 31)
"Ehlu's-sünne ve'l-cemâ'â" şeklindeki ifade tarzına da elimizde bulunan eserlerden Ebûl-Leys es-Semerkandî (373/898)'nin "Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber" isimli eserinde rastlanmaktadır.
"Ehlu's-sünne", dinde bid'atlerin ve çeşitli fikirlerin ortaya çıkmasından sonra sünnetin savunulması ve Ümmetin bütünlüğünün korunması hareketi olarak ortaya çıkmıştır.
Ehlu's-sünne, bid'at fırkalarına karşı bir tepki, onların dindeki yerini belirleme onların ortaya attığı meselelerin dini cevaplarını tespit etme ve bid'ata karşı İslâm cemaâtinin tavır alma hareketidir.

Peygamberimiz s.a.v. bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: "Yahudiler yetmiş bir fırkaya, Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. Benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bütün hepsi cehennemliktir. Ancak bir fırka kurtulur. O da cemaâttır." (Ebû Dâvûd, Sünne, I; Tirmizî İman, 18; İbn Mace, Fiten, 17; Ahmed b. Hanbel, 11, 332, 111, 145; Hakim, Müstedrek, IV,430)

Hâkim bu hadis için “Sahihaynın şartlarına uygun bir hadistir” der. Bu hadisi Hz. Peygamber s.a.v.'den on sahabi rivâyet etmiştir.

Hz. Ebû Bekir, Hz Ömer (r.anhum), Müslümanların böyle gruplara ayrılacağını haber vermiştir. (Bağdadı, el-Fark, s.8.9) Bu hadiste bildirildiği gibi Müslümanlar fırkalara ayrılmıştır. Hz. Peygamber s.a.v. din hususunda sonradan ortaya çıkan şeylerden ümmetini sakındırmış, bunların bid'at olduğunu her bid'atin da insanı cehenneme sürükleyeceğini haber vermiştir. (Ebû Dâvûd, sünne, 5)

Bidat, din hususunda Ashâb-ı Kirâm ile tabiilerin yapmadığı ve şer'î delîlin gerektirmediği, sonradan ortaya çıkarılmış şeylerdir. Ehl-i sünnet akîdelerine aykırı itikatta bulunan ve fakat ehl-i kıble olan kimseye de "bid'atçı" denir.
Bunlar, Cebriye, Kaderiye, Rafıziler, Haricîler, Muattıla (Mu'tezile) ve Müşebbihedir. Bunların her biri on iki gruba ayrılmıştır. Toplam yetmiş iki fırkadır. (Seyyid Şerif Cürcânî, et-Ta'rifât, s.40 43)

eemğinize sağlık kardeşim

Rica ederim.

güzel bir konu.. nerden geldik nereye gidiyoruz bilmek lazım

Hocam avatar süpermiş :)

avatara bende baktim ilgimi cekti :) ne kadar azimliyim bu konuda bu sapikligi yikacagim der gibi


Ehl-i Sünnet Akaidi

MollaCami.Com