Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Hani atlarım vardı

HANİ ATLARIM VARDI

Bir kıvılcım çiceklenir dilimde
Beni söylerim...
Gözyaşlarım bir belik sırma saçtır elimde
Islak, duru, simsiyah...
Bin düğümden çözülür de bir sabah,
Bin mızrap kırılır gönül telimde.
Eyvah!..
Şu gecikmiş zamanın akşamına kaldık,
Can eser şafağa seher yelimde...
N'eylerim ben, n'eylerim?
Sözümü dilimde süzdüm;
Dağlar oturdu sesime...
Ben gecesi ağartılmış gündüzdüm,
Karayı kara bilmezdim.
Düğümlemiştim ölümü mendilimin ucuna;
En ölümcül yaraları yara bilmezdim...
Bir onulmaz yaram var ki sinemde;
Ne hançer, ne kama...
Batı ufkunda günün en kızılı;
Zaman döndü akşama...
Nefes nefese koşuyorum,
Asırları takmış da arkama.
Neler unutup da geldim bilseniz,
Unutturulmak istenen geçmişimin yaylasında.
Nağralarım vardı çığlar gibi,
Türkülerim vardı tuğlar gibi
O eski türküleri yeni söylerim...

Hani atlarım vardı;
Yelesinde binbir şafak taranan...
Üzengileri yiğit mahmuzuna adanmış,
Dizginleri yiğit elinde...
Bir tekbir duymayalardı;
Türkü olurlardı Mohaç ovasında,
Otlukbeli'nde!
O atlar ki; ceylan bakışlıydı,
Heybeleri çicek çicek sevda nakışlıydı;
Bir özge haclegahtı terkileri...
Bir ah duymayaydı süvarisinden;
İbrişimlenirdi yelesinde,
Unutulmuş sevda türküleri...

Hani atlarım vardı,
Nallarında toprağın boz gülüşü;
Gemlerinde en zağlı güçlüğü geverlerdi...
Kartal kanatlı, arslan pençeli,
Kaytan bıyıklı yiğitler ilişirdi eğerlerine.
O yiğitler ki;
Sağrılarında ölümü döverlerdi!..
O yiğitler ki;
Sevdiler mi, ölüm gibi severlerdi!..
O yiğitler ki, baharı kapmak için kıştan;
Kaç ateş nefesi geçirirlerdi kamıştan...
Sonra döner, sonra döner, sonra dönerlerdi.
Dönen dünyayı durduran,
İşte o erlerdi...

Hani atlarım vardı,
Mesafeyi su gibi içerlerdi
Yürek vuruşunca nal sesleriyle,
Tesbih gibi çekerlerdi damarını yolların;
Dağları ikiye biçerlerdi...
Her akşam bela gibi uçtukları ufuktan,
Her seher dua gibi geçerlerdi...

Hani atlarım vardı;
Yedi renge donanırdı donları...
Yedi iklimde nalları
Yedi kat kös vururdu...
Cümle cihan tanırdı onları,
Onlar uçtukça dörtnala ufuktan ufka,
Yüreği yufka zaman dururdu...

Hani atlarım vardı;
Doruydular...
Korkusuydular karanlığı tarayanların,
Çağları tutuşturan ateşin koruydular...
Dillere düğüm atardı şahlanışları,
Cevabı olmayan soruydular...
Gözlerinin göleğinde
Şafakların en pembesi yıkanırdı.
Sarı sıcağıydılar yaz öğlesinin;
Hasret akşamlarının moruydular...

Hani atlarım vardı;
Al'dılar...
Gemilerin donduğu denizlerde
Gemi azıya aldılar...
Vurulunca düşmezlerdi toprağa,
O atlar ki, Mevlaya kanatlanan şükürdüler.
O atlar ki, köpük köpük, kan kan
Zulmeti çiğneyip tükürdüler!...
O atlar ki,
Zaman denen ummana daldılar,
Son seferden dönmediler,
Orda kaldılar...

Hani atlarım vardı,
Kır'dılar...
Küfrün kale kapısını
Çifteyle kırdılar...
Çifte düğün kurulan harman yerlerinde,
Çağladılar deliçaylar gibi.
Döşlerinde cirit diye, ok diye
Öfkeyi kırdılar...
Bizden özge bizlere dost yok diye,
Tetikte durdular.
Bela savuşturdular,
Hasret kavuşturdular,
Mekanların kınından zamanı sıyırdılar,
Yiğidi yavukludan, anadan ayırdılar...

Hani atlarım vardı,
Haza ki attılar!..
Bir kişnediler ki,
Kırıldı yedi denizin kilitleri...
Yedi iklim taranırken yelelerinde,
Vadilerin ağzını kapattılar...
Oysa nazlıydılar seher yelince,
Fırtınalar gibi esip savurdular.
Dağları ova ettiler;
Güneşi indirip yere,
Çölleri tava ettiler,
Kumları kavurdular...
Bulut bulut yaylalara ağdılar,
Çatlak bağrına toprağın
Yağmurları sağdılar...
O atlar ki,
Terlerini er kanına kattılar.
O atlar ki,
Kırbaçların sevdasını tattılar...
Pul pul dökülürken haç'ın sahte cevheri,
Balıklar o atlara pullarını sundular;
Gözlerinin göleğinde yundular...
O atlar ki, dizginleri dişleyip,
Gecenin karanlığına ay gibi soyundular.
O atlar ki, meleklerin oynadığı
Bir özge oyundular...

Hani atlarım vardı,
At değil, kanattılar...
Toprağımın bereket tuzuydu terleri,
Sevdalar taşırlardı terkilerinde.
Solukları türkü gibi kokardı,
Güller kapışırdı
Nallarının değdiği yerleri,
Dönülmez inattılar,
Erilmez murattılar...

Hani atlarım vardı,
Sakarya'ydılar, Fırat'tılar...
Erkişi tutabilirdi dizginlerinden,
Geçebilir miydi eğerinden her kişi?
Onlar ki, Sırat'tılar...
Yiğit uçururlardı zaferlere,
O yiğitler ki,
Ab-i Hayatı içmişlerdi Tekbir tasından.
Tutup en şehr-i azimin yakasından,
Allah diye gürlediler!..
Merhamet mendiliyle silip küfrün kirini,
Gönül kandillerinin Tekbir'ini
Zamanın göğsüne mühürlediler...
O yiğitler ki, yaşayıp bir lahzada bir asrı,
Mekanı bitirdiler,
Zamanı ahirlediler...

Hani atlarım vardı,
Sevdama kanattılar...
Koymamak'çün yad toprakta
Şehid süvarilerini,
Kaç katedral kulesinin boynunu uçurdular...
Kaç çağ mili mesafeyi zamana içirdiler,
Kaç kızıl okun deldiği
Karanlıktan geçirdiler?..
O atlar ki,
Aydınlansın diye gözü zulmetin,
Çıkarıp gözlerini karanlığa attılar..
Nal seslerine ezdirip çan seslerini,
Soludular çelik zırhlara alev nefeslerini,
Polatı erittiler, mermeri kanattılar...

Hani atlarım vardı,
Tuna'ydılar, Şat'tılar...
Batmayan güneştiler cihan ufuklarında,
Tan renginde doğmuşlardı,
Kan renginde battılar...
Zaman gümüş savatlı kolandı bellerinde,
Geceyi düğümleyip, gündüzü uzattılar.
Pul pul dökmüşlerdi küfrün sahte rengini,
Pullarını sunmuşlardı gözlerine balıklar.
O atlar ki...Eğerlerini son pazarda
İki pula sattılar...

Hani atlarım vardı,
Şahin gözlü, sırma yeleli...
Nerde o atlarım?..
Sustu kişnemeleri, nal sesleri sustu
Son seferden geldim geleli...
Hani atlarım vardı,
Yelesine başımı gömüp de uyuduğum...
Hani atlarım vardı,
Kokusunu içtiğim,
Gözlerinde hasreti yuduğum...

Yapışmış yakama yedi bela,
Yedi iklim, yedi deniz...
Yediveren güllerim,
Atlarım nerdesiniz?
Ben nice aşarım şu dağları?
Şu canavar ağızlı vadiden nice atlarım?
Unuttum "biz" dediğim devirdeki benliğimi,
Neydi çoktan unuttum
Varoluşumdaki sır?..
Kaç asır uzaktan geliyorum,
Kaç asır?..
Şahittir cümle alem,
Ne kılıcım keser, ne kalem...
Ne diye saklıyorum, söndüğü halde
Güneşi tutuşturan meş'alem?..

Mil çektiler gözlerime,
Düşlerimi dağladılar...
"Biz"dik, "ben" olup bittim,
Beni bende bağladılar.
Kılıcımın kaybolduğu sahralarda yittim...

Siz gidin, beklemeyin beni.
O yol benim yolum değil...
Rüzgarları dolamışlar kollarıma,
Kırk düğüm atmışlar yollarıma...
Üstüme üstüme gelir belalar, kaçamam.
Yolunda ağzını açmış uçurumlar, uçamam.
Aklımı ıslattım altımda,
Renkleri seçemem...
Siz gidin, beklemeyin beni,
Ben bu ırmaktan geçemem!..

Nerde dorutayım?..
Yine yitik çöllerin bağrında susadı mı?..
Terkisinde unutmuşum
Yiğitliğimi, sevdamı, pusadımı...
Uçamam...
Sırma yeleli kanatlarım yok.
Siz gidin, beklemeyin beni,
Gayrı atlarım yok...

SADETTİN KAPLAN


Edebiyat

MollaCami.Com