Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


İtiraz

Kabirler üzerine bina yapmanın hükmü konusuna yazdıklarıma gelen bir itirazı paylaşacağım bugün:

"Kabirler Üzerine Türbe Yapmak" başlıklı yazınızla ilgili bazı düşüncelerimi sizinle paylaşmak istiyorum.

Ayrıca, anlayamadığım bazı hususları da sormak istiyorum.

Mesela ilk cümlenizi anlayamadım. Diyorsunuz ki, "Efendimiz (s.a.v)'den, kabirlerin kireçlenmemesi, yükseltilmemesi ve üzerine bina yapılmaması konusunda nakledilen birçok rivayet vardır. Bu rivayetlerin zahirini esas alanlar,..."

Bu tür ifadelerin zaten zahiri esas alınmaz mı?!..

İkinci olarak diyorsunuz ki: "Gerçekten de ilgili rivayetlerin zahiri esas alındığında Ümmet'in asırlardan beri yaptığı uygulama hadislerle çatışma teşkil etmekte, dolayısıyla ortaya, Ümmet'in bilerek, isteyerek, amden, kasten hadise/Sünnet'e muhalefet ettiği gibi bir sonuç çıkmaktadır."

Burada yapılan genelleme (Ümmet'in asırlardan beri yaptığıuygulama olduğu genellemesi) doğru mu?! En azından Vehhabîler'in farklı bir uygulamada bulunması, onlar da ümmetin kapsamına girdiğine göre, söz konusu uygulamanın bütün bir ümmete mal edilmesinin yanlış olduğunu göstermez mi?!

Kaldı ki bu, Vehhabîler dışındaki bütün İslam toplumları için de "ümmetin uygulaması" olarak gösterilemez diye düşünüyorum. Çünkü Anadolu'da, türbenin bulunmadığı pekçok müslüman mezarlığı mevcut. O mezarlıklarda meşayih ve ulema da medfun.

Dolayısıyla, burada ümmetin uygulamasından değil, ümmetin içinden cüz'î bir kesimin uygulamasından söz etmek doğru olmaz mı?!

Bir sultan ya da padişah için gereksiz yere türbe inşa edildiğinde, ona engel olmaya kimin gücü yeter ki?! Burada belki bir alim çıkıp dil ile nehy-i münkerde bulunabilir, ama genellikle insanlar en fazla kalpleriyle buğzedebilirler. Eleştirenin başı belaya girer. Yıkmaya ise kimse cesaret edemez, gücü de yetmez. Şimdi mesela bir diyanet vaizi Anıtkabir'i eleştirse, en önce Diyanet'in üst düzey görevlilerini karşısında bulur. Yani birşeyin vukuu, onun bütün ümmet tarafından onaylanması ya da onaylanmış olması anlamına gelmez.

Üzerinde doğru dürüst bir yükselti olmayan pekçok müslüman mezarı bulunduğuna göre, asıl bunları ümmetin uygulaması olarak görmek daha isabetli olmaz mı?!

Ayrıca, "herhangi bir hadisin hüccet olması için senedinin sahih olması yetmez; aynı zamanda 'ma'mulun bih' olması da gerekir" şeklindeki söz de, öyle sanıyorum ki buradaki duruma uygun düşmüyor. Çünkü, mevzubahis hadislerin tümden terk edilmiş, hiç uygulanmıyor olması söz konusu değil. Nitekim ez-Zehebî, el-Hâkim'in bu ta'liline itiraz etmiş.

Son değerlendirmeleriniz de, öyle sanıyorum ki, illetin yerine hikmeti ikame eden bir anlayışı yansıtıyor. Diyorsunuz ki: "İçinde bulunduğumuz zaman diliminde, birey ve toplumların kabirdekilerle irtibatının önem arz ettiğini kimse inkâr edemez. Modern hayatta Müslüman birey ve toplum, kendisini, toprağın üstündeki hayattan daha çok toprağın altındaki hayatla Rabbine yakın hissediyor. Zira toprağın üstündeki hayat insanı Allah'tan uzaklaştırırken, toprağın altındaki hayat kişiyi Allah'a yaklaştırıyor. Bir büyük velinin, bir amil âlimin, bir salih kişinin, bu dine hizmet etmiş bir tarihî şahsiyetin kabrini ziyaret etmenin ruhta oluşturacağı tedai, belki onlarca va'z-u nasihattan daha tesirli olur. Hepimiz bunu bir şekilde tecrübe etmişizdir. Dolayısıyla bunu garipsemek de, inkâr etmek de mümkün değil."

Bu ifadeler kanaatimce iki açıdan sorunlu. Birincisi, hikmeti, illetin bizzat kendisinde de bulmak gerekir diye düşünüyorum. Hükümlerde hikmet aramak yanlış değil, fakat illeti geçersiz kılan bir hikmet arayışı doğru olamaz gibi geliyor bana. Bu konuları siz benden daha iyi biliyorsunuz.

İkincisi, salihlerin mezarlarını ziyaretin etkisiyle ruhta oluşan tedai, gerçekte, onların mezarlarının basit veya görkemli türbe şeklinde olmasından etkilenmez. Bu, ruhsal bir etkileşimdir. Aslında gerek Orta Asya'daki, gerekse Anadolu'daki birçok meşayih mezarı türbeli değil. Mesela Hacı Bayram-ı Velî'nin hocası Şeyh Hamid-i Velî'nin kabri, Aksaray ilindeki kabristanda yer alan basit bir mezar.

Devam edecek...

Kabirler Üzerine türbe meselesiyle ilgili yazıma gelen okuyucu itirazının/sorusunun kalan kısmı şöyle:

Şu ifadeleriniz de, ulemanın türbemsi yapılara cevaz verirken gözettikleri gayelerin (gölgelenmeyi, rahat Kur'an okumayı sağlama) dışında yer alıyor: "Öyleyse Allah ve Resulü'nün sevdiği, tarihimize silinmez izler bırakmış,İslamlığa ve insanlığa utulmaz hizmetler yapmış büyük zatların kabirlerinin kaybolması onlar için değil, ama bizim için büyük kayıp olacaktır. Kabirlerinin üzerine türbe yaparak onları öldükten sonra dahi hayatımıza aktif olarak katmanın, öldükten sonra dahi onların örnekliğinden, önderliğinden istifade etmenin, özellikle bizi sürekli ahireti olmayan bir dünya gayyasına çeken bu modern tuğyan ortamında çok farklı bir önem arz ettiği izahtan varestedir."

Aslında, Allah ve Resulü'nün sevdiği değil de, sevdiğini zannettiğimiz kişilerden söz etmek daha doğru olur. Ashabdan böyleleri varsa da, onlar hakkında hadis olduğu için bunu söyleyebiliyoruz.

Mümtaz şahsiyetlerin kabirlerinin korunmasında fayda var elbette, ama onlardan istifadeyi türbe vs. şartına bağlamak acaba ne kadar doğru olur?

Sedd-i zerayi açısından bakıldığında, ortaya çıkan hurafelerden ve yanlışuygulamalardan dolayı, bu muhtemel istifadenin (daha doğrusu istifadeye imkân verme ihtimalinin) önem arzetmediği söylenemez mi?

Malumdur ki, def-i mefasid, celb-i menafiden evladır.

Ahmed Cevdet Paşa, Vehabbiler'in, İbn Teymiyye ve İbn Kayyım'ın "günah" dedikleri hususları "şirk ve küfür" olarak nitelendirerek aşırılık sergilediklerini söylüyor. Buna karşı,tersinden bir aşırılığa savrulup, hadislerin bizzat kendisiyle çelişen ve ulemanın birtakım mülahazalarla verdikleri cevazın sınırlarını taşan bir sahiplenmeye savrulmak doğru olur mu?

Üstelik, ulemanın türbe vs. konusunda verdikleri fetvalar, bir emir değil, bir cevaz. Yani türbe yapılmadığında ortada ne haram söz konusu, ne mekruh.

Ama türbe yapıldığında ortaya bir sürü şüphe çıkıyor. Evet şahsen ben de, ulemanın fetva verirken gözettikleri hususları önemsemek gerektiğini düşünüyorum, ama o sınırıaşacak yorumları ve uygulamaları savunmak yanlış olur kanaatindeyim.

Kaldı ki, türbelerden ulemanın beklediği faydalar bugün genellikle söz konusu değil. Kimi durumlarda buralar ya müze haline gelmiş, ya da kapalı.

Bu mesele o hale gelmiş ki, günümüzde artık türbeleri vs. yıkmak mümkün değil bile belki denilebilir. Çok zor. Elbette Cumhuriyet'in ilk yıllarında farklı mülahazalarla yıkanlar olmuştur. Ama bugün artık bu yapılabilir olmaktan çıkmış. İslam açısından bakıldığında, mücadele edilecek, yıkılacak o kadar çok şey var ki, buna sıra da gelmez. Ama, hiç değilse, zihnimizde, bunun yanlış olduğuna, bir aşırılık (israf) niteliği taşıdığına ve hadislerle açıkça çeliştiğine dair bir kanaat olsun.

Sizce şimdi bu toplumda, yaşayanlardan kimlerin, öldükleri zaman mezarı türbe haline getirilmelidir?

Mesela Erbakan'a türbe yapılmamasından bir zarar gelmedi. Ama yapılmış olsaydı, sevenlerinin tepkisi yüzünden kimse yıkmaya kalkışamazdı. Ona türbe yapılması aslında bir fayda da getirmezdi. Menderes ve Özal'a türbemsi yapılan inşa edilmesi de, aslında hiç de iyi olmadı. Bence Menderes'in mezarı basit bir kabir olarak kalsaydı, o mütevazi mezarı ziyaret ettiğimizde, yaşadığı zulmü çok daha iyi hisseder, onun dramını kalbimizin derinliğinde bulurduk.

Şimdi düşünelim:

Allahu Teala'nın huzurunda, Resulü'nün s.a.s. hadislerini olduğu gibi alıp uygulayan, veya en azından, uygulayamasa bile, onlara aykırı uygulamaları haram veya mekruh olarak görmeye devam edenler mi kendilerini daha rahat savunabilirler, yoksa, "Hadisler böyleydi ama sonradan bunlar yapıldı, biz de onayladık, bize bu uygulama faydalı göründü" diyenler mi?

Selamlar...


Dr. Ebubekir Sifil
araştırmacı yazar


Ebubekir Sifil

MollaCami.Com