Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Hz Eyyub(as)

Hz Eyyub (as) hakkında yazılan hikaye yani tüm vücudunun yara içerisinde ve yaralarının kurtlandığı doğru mudur. Allah yaratılmışların en şereflisi olan peygamberlerini insanlara karşı bu şekilde gösterir mi? uzun zamandır kafama takılan bir konuydu bu. eğer sürçi lisan ettiysem affola

Burada geçen kurt tabirini, bizim bildiğimiz kurtcukların, vücudunun zahirinde bulundukları şeklinde anlasak, elbette ki doğru değildir. Bir kısım israiliyat rivayetlerinde ifade edildiği gibi; Hz Eyyup (a.s.) vücudunda düşen kurtcukları yerden alıp tekrar yerine koyduğu gibi bilgiler sonradan uydurulmuş yanlış bilgilerdir. yaraların kurtlanması ifadesi, çeşitli hastalıkların kaynağı olan mikroplardır. bu mikroplar ise dışarıya aksetmedikleri için herhangi bir tiksindiriciliğe sebep olmamaktadır. kanser veya daha başka nice hastalıklara yakalanmış insanlar vardır ki, dış görünüşlerinde herhangi bir belirti görünmemektedir. insanlarla birlikte yaşamalarına engel teşkil etmemektedir.

Tıpkı hadis- ı şerifte geçen acbuzzeneb ifadesi gibi. insanın yeniden dirilişini ifade eden Peygamberimiz (s.a.s.) insan kuyruk sokumu üzerine yeniden dirilecektedir, demektedir.

Kuyruk sokumunu ifade edeken de; yanmayan, dağılmayan, çürümeyen tespitini yapmaıtadır. Halbuki vücudumuzun her bir parçası, nihayetinde çürüyüp dağılmaktadır. Öyle ise bu acbuzzenep ifadesini duğrudan doğruya bir kemik parçası olarak algılarsak yanlış algılarmış oluruz. İlmin gelişmesiyle birlikte mesele tavazuh etti. Parçalanmayan, herşey rağmen yok olmayan bu şeyin; DNA şifreleri olan genetik programlar olduğu anlaşılmıştır.

teşekkürler denizce kardeşim...bilğilendirmenden.

Allah razı olsun ihvan kardeşim sizlerdende

Allah razı olsun denizce kardeşim

Allah sizdende razı olsun

bende bu yaraların su çiçiği olduğunu duymuştum yani ilk defa su çiçeğini eyyüp as.çıkarmış diye duymuştum ama doğru mu bilemem

Denizce kardeşim açıklamalar çok mantıklı....
bu zamana kadar anlatıla gelen ...kaynaklarda da bu şekilde anlatılıyor ki....
Eyyüp (a.s.)ın rahatsızlığı kavmi tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmış..ve güzel peygamberimizi şehrin dışına çıkarmışlardır kıymetli eşiyle beraber.....demek ki görünen bi ızdırap..yara mevcutmuş...
bir de olaya şöyle de bakılabilir...bütün peygamberlerin yaşantıları...imtihanları bizlere...bizden sonrakilere ...öncekilere yol göstermek adınaydı....burda da müthiş bir teslimiyet söz konusu....vs.....
sonra kendi kutlu peygamberimize bakacak olursak...Felak ve Nas surelerinin iniş hikmeti hepimizce malum....

İslam kaynaklarına göre Havran bölgesinde yaşayan ve çok zengin olup, sayısız malı-mülkü, birçok oğlu kızı bulunan Eyyûb (a.s.), kendi toplumuna peygamber olarak gönderilmiştir. Sabah-akşam ümmeti ve Allah'a ibadetle meşgul olan Hz. Eyyûb, Rabbinin bir imtihanına maruz kalmış, bütün servetini, çocuklarını kaybettiği gibi şeytanın kendisine musallat olması neticesinde kalbi ve dili hariç bütün vücudunda çıbanlar çıkmış, iltihaplı yaralar açılmış, yaralarına kurtlar dolmuş ve vücudu bozulup kokmaya başlamıştı. Bu durumda kocasına hizmete sebat eden eşi "Rahmet" hariç hiç kimse onun yanına yanaşmadığından cemiyetten çekilmek mecburiyetinde kalmış, fakat hiçbir zaman sabrını ve Cenab-ı Hakk'a bağlılığını kaybetmemiştir. Farklı rivayetlere göre 3, 7, 13 veya 18 sene gibi epey uzun süren bu sıkıntılı dönemden sonra sabrıyla imtihanı kazanan Eyyûb (a.s.) Cenab-ı Hakk'ın lütfu ve emriyle ayağını yere vurmuş, fışkıran su kaynağından yıkanıp içerek eski sıhhati ve güzelliğine kavuşmuştur. Ayrıca kendisine yeniden birçok servet ve çocuk da ihsan edilmiştir.
Genellikle kabul edildiğine göre bu imtihana uğradığı sırada yetmiş yaşında olan Hz. Eyyub, şifa bulduktan sonra yirmi yıl daha yaşamış, diğer bazı rivayetlere göre ise hastalığından önceki kadar daha ömür sürmüştür. Kendisinden sonra Bişr adındaki bir oğlu, kavmine peygamberlik yapmıştır.

Kardeşim çok çeşitli rivayetler olmakla beraber şunuda unutmayınki peygamberler imtihanların ve musibetlerin en çetinleriyle muhatabdırlar.

Peygamberler genellikle maddi ve manevi temiz, pak ve kusursuz olarak yaşamışlardır Çünkü onlar Allah’ın elçileri olup, ismet sıfatıyla muttasıftırlar Beşerdeki maddi ve manevi aşağılayıcı hallerden mahfuzdurlar.

Ama şunuda unutmamak gerek peygamberler musibetlerin en ağırlarıyla imtihan olmuşlardır.Mesela kanları akmış, hastalanmışlar, kesilmişler, yüzülmüşler, işkence çekmişler, öldürülmüşler, esir olmuşlar ve kölelik yapmışlardır Bu noktayı nazardan bakarsak onlarda insandır ve imtihan olacaklardır.

Ama işi 'kalbi ve dili hariç bütün vücudunda çıbanlar çıkmış, iltihaplı yaralar açılmış, yaralarına kurtlar dolmuş ve vücudu bozulup kokmaya başlamıştı.'gibi değerlendirecek olursanız birazda haksızlık etmiş olursunuz.

Peygamberler de ciddi imtihanlara, musibetlere maruz kalmışlar ve beşeri ihtiyaç ve zaruretlerde bulunmuşlardır.Ama meseleye bu şekilde sizin ifade ettiğiniz gibi yaklaşmak onların nezafet ve nezaheti açısından doğru deyidir.

Selametle kardeşim

Konumuza aynı açıdan, aynı çerçeveden, aynı pencereden bakmak lazım diye düşünüyorum...Bu yazılanlar kafadan uydurma şeyler değil kitaplarımızdan okuduğumuz ve anlamaya çalıştığımız şeyler. Öyleyse inkar edemeyiz...Sizinde ifade ettiğiniz gibi

Peygamberler de ciddi imtihanlara, musibetlere maruz kalmışlar

O açıdan baktığımızda evet sabredip peygamberlik rutbesine nail ve mazhar olmuşlar. Bunun örneklerini çoğaltabiliriz...Lakin hiç bir peygamberede niye böyle olmuş acaba diyede düşünüp yorum yapma hakkına sahip değiliz. Fakat bilmekte çok büyük faideler olup, ne kadar çok şükretmemiz lazım geldiğini hatırlatırız.
Az cümle ile Allah'ım Bizleri kaldıramayacağımız, yüklenemeceğimiz imtihanlara tabi tutma.... Amin

Sizin okuduklarınıza saygım sonzuz ama birde meseleye olduğu gibi bakmayın, şimdi olaya zahiri boyutta bakarsanız peygamberlerin musibetlere maruz kalmaması düşünülemez.Bunu zaten bir çok hadis destekliyor ama peygamberler her daim hakkı ve sabrı tavsiye ettikleri için onların zahiri yaraları insanlara karşı bir tiksindiricilik uyandıracağı için meseleye sizin baktığınız gibi bakmıyorum.

selametle

Kardeşlerim Peygamberler tarihi kitabında okumuştum ve oradan kısaltılmış bir şekilde yazıyorum.

Belâların en şiddetlisi Peygamberleredir.

Hz. Allah Eyyüb (a.s) 'ın Zenginlik halinde nimetlerine şükr eden hakkını yerine getiren sevgili kulunun halinden hoşnut olmuştu. Sonra onun fakirlik, sıkıntı, sabır durumundaki hâlinide görmek ve göstermek istedi. Böylece insanlar kulluk vazifesinin hem bolluk hem darlık zamanlarında nasıl yerine getirileceğini bu en güzel örnekle öğreneceklerdi.

Hz. Eyyüb'ün onca malı, mülkü evladı ve sıhhati bir kaç günde bir biri ardınca elinden gitti.


"Belâların en şiddetlisi Peygamberleredir." hükmünce büyük bir imtihana uğradı.
Fakat belaların her birini duyup gördükçe"Bana rızık ve ihsanda bulunan ve sonra da onu alan Allah'a hamdolsun, şükür ve senâ ancak O'nadır." diye büyük bir sabır ve tevekkül gösterdi.

Hz. Eyyubun mübarek başı ateş gibiydi. Bütün vücudu yer yer kabardı.Dünyada çiçek hastalığına tutulan ilk kişi oldu. Hastalığı senelerce sürdü. Bedeni tamamiyle eriyerek, bir deri, bir kemik haline geldi. İnsanlar, hastalığı bulaşır korkusu ile Allah'ın peygamberini şehir dışına çıkardı.
Hatta bu hali gören o üç mü'min de dinden döndü.Yanına kimse yaklaşmıyor, ancak vefâkar zevcesi gücü yettiği kadar uğraşıp bakmaya çalışıyordu.

Yahudi kaynaklı bazı eski eserlerde, Eyyup (a.s)'ın, hastalığı sırasında vücudunun cerahatli yaralarla kaplandığı, bunlara kurtlar düştüğü, koktuğu ve insanların ondan tiksindiği gibi asılsız rivayetler yer almıştır. Onun büyük sabrının derecesini ifade için, bu asılsız rivayetlere itibar gösterilmesi, kaş yaparken göz çıkarmaya benzemektedir. Peygamberler insanların en mümtazı ve en faziletli yaratılanları olmakla, bu gibi illetlerden uzak tutulmuştur.


İslam Tarihi
OSMANLI YAYINEVİ


Sizin okuduklarınıza saygım sonzuz ama birde meseleye olduğu gibi bakmayın, şimdi olaya zahiri boyutta bakarsanız peygamberlerin musibetlere maruz kalmaması düşünülemez.Bunu zaten bir çok hadis destekliyor ama peygamberler her daim hakkı ve sabrı tavsiye ettikleri için onların zahiri yaraları insanlara karşı bir tiksindiricilik uyandıracağı için meseleye sizin baktığınız gibi bakmıyorum.

Risalei nurlarda ikinci lema diye bir bölüm var onuda okumayı size tasiye ederim.Belki olaya bakış açınız değişir.

selametle


O halde hem fikiriz bizim için önemli olan o zaten, yani sizinde ifade etiiğiniz gibi iyi anlayıp iyi kavramalıyız.
Olaya ben her açıdan bakabilirim, Şükürler olsun, o bakış açılarını bil fiil müşahede etmişizdir, Lakin kendi açımdan baktığımda, bu anlayış farkıdır, benim anladığımı ne siz, nede bir başkası anlar veya anlayamaz, veya sizin anladığınızı ben anlar veya anlayamam. Şöylede değerlendirebilirim, hagîgatan, mecâzen, mahallende, bakalabilirim. Hatta o hastalığın ifade edildiği Enbiya ve Sad süresilerindeki ayet-i cililelerin tefsirindeki zahirimi, nasmı, müfessermi, muhkemmi, ne ifade ettiğini ve ne manaya geldiğini ve Mektûbatı Şerifemizde efendilerimiz geniş geniş ifade edildiğini bilmekteyiz...Veseelam


Okuduğum eserlerde;zahir,nass,müfesser,muhkem gibi kavramlarla karşılaşmaktayım...
Lütfen! Bu kavramları izah eden bir yazı kaleme alabilir misiniz? Elbette, ilgili form köşesinde...
Saygılarımla...


Aslında bu hemencik anlaşılacak şey değildir. O kitabı bizatihi aynel yakın olarak okumak gerekir. Ama biz kısa ve öz bahsedmeye çalışalım.
Bilindiği gibi Edille-i Şeriyye, şerî deliller demektir ki; Kitap, sünnet, icmâ-i ümmet ve kıyas-ı fukahâ olmak üzere dörttür.
İslam fıkhının ve hukûkunun dayandığı, temeli, aslı, esası yani asıl deliller bunlardır.
Kitap yani Kuran-ı Kerim...Hepimizcede malüm olduğu gibi bu yüce Kitabımızın ayetleri ve ayetlerinin ifade ettiği bir mana vardır. İşte bu ayetlerden ve manalardan bahseden bir ilimdir. Bu ılım. Bir Ayeti Celilenin ifade ettiği mana nedir....Hâs'mı Ââm'mı müşterekmi müevvelmi....
Veya o Ayeti Celile zahirmi nasmı müfessermi muhkemmi...
Veya Hakıkatmı mecazmı kinayemi...
Veya dâl bil ıbaremi, dâl bil işaremi, dâl biliiktizamı, dâl bildelalemi,yani bunları kapsayan bir ilim...
Meselâ Cenab-ı hak herhalde Yusuf süresinde واسأل القرية buyuruyor. Manası köye sor Düşündüğümüzde köye sorulurmu? sorulmaz, köyden maksad köy İnsanlarını kasdetmektedir, Köy ehline sorulmasını istemektedir...Ama ayetimizin mutlak manası ne köye sor....İşte tabiri caizse bunlardan bahseden bir ilim dalı...Vesselam


Dini Sorular ve Cevaplar

MollaCami.Com