Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Burçlar

BURÇLAR



özet:
Astroloji denilen ve yıldız hareketlerine dayalı olarak insanların kişilik ve karakterlerini yorumlamanın da İslâmiyet’le ve gerçekle ilgisi bulunmamaktadır. Risale-i Nur’un temel konularından biri olan tevhid gerçeği dikkate alınarak burçlara bakıldığında, Cenab-ı Hakk’ı bütünüyle tarif eden dört küllî delilden biri olan kainat kitabının parlak bir sayfası görülmektedir.


Burç, (çoğulu buruc ve ebrâc) sözlükte “güzel olmak, örtülerinden sıyrılmak, yükselerek görünür olmak” mânâlarına gelen 'berec' kökünden Arapça bir isimdir. Gökteki burçlar yükselmeleri, görünür olmaları veya açığa çıkmalarından ötürü bu adı aldıkları gibi surlarla çevrili bir şehrin veya sarayın kuleleriyle bir kalenin yüksek ve stratejik mevzileri de aynı sebeplerden burç olarak adlandırılmıştır. (TDV İslam Ansiklopedisi, 6:421)



Yüksek köşk, kalenin yuvarlak ve köşeli duvarlarına burç dendiği gibi, gökyüzünde bulunan on iki takımyıldızdan her birine verilen isme de burç denilmektedir. Terim olarak "gökteki takımyıldızlara ve yıldız kümelerine burç" denir. Burçlar on iki adettir. Bunların altısı kuzeyde, altısı da güneydedir. Astrologlar yıldız kümelerini, her ayda ve mevsimde göründükleri şekillere göre isimlendirmişlerdir. Buna göre burçların Arapça ve Latince isimleriyle birlikte karşılıkları olan aylar şöyle sıralanır:



1) Koç (Hamel, Aries) Burcu, 21 Mart-19 Nisan.

2) Boğa (Sevr, Taurus) Burcu, 20 Nisan-20 Mayıs.

3) İkizler (Cevzâ, Gemini) Burcu, 21 Mayıs-21 Haziran.

4) Yengeç (Seretân, Cancer) Burcu, 22 Haziran-22 Temmuz.

5) Aslan (Esed, Leo) Burcu, 23 Temmuz-22 Ağustos.

6) Başak (Sünbüle, Virgo) Burcu, 23 Ağustos-22 Eylül.

7) Terazi (Mîzân, Libra) Burcu, 23 Eylül-23 Ekim.

8) Akrep (Akrep, Scorpius) Burcu, 24 Ekim-21 Kasım.

9) Yay (Kavs, Sagittarius) Burcu, 22 Kasım-21 Aralık.

10) Oğlak (Cedî, Capricornus) Burcu, 22 Aralık-19 Ocak

11) Kova (Delv, Aquarius) Burcu, 20 Ocak-18 Şubat.

12) Balık (Hût, Pisces) Burcu, 19 Şubat-20 Mart.



Yılın her ayında dünya bu burçlardan birine girer. Dünyanın Koç burcuna girmesiyle ilkbahar; Yengeç burcuna girmesiyle yaz; Terâzi burcuna girmesiyle sonbahar; Oğlak burcuna girmesiyle kış başlar.

Burçlara dayanarak, onların hareketlerinden geleceğe yönelik anlam çıkararak bir çeşit falcılık yapmak ve insanların geleceğine ait haberler vermek eskiden beri usul haline gelmiştir. Bu işi yapanlara da falcı veya kâhin denmektedir. Fal “uğurlu saymak” anlamına gelmekle beraber genellikle “gelecekten haber verme ve kişilik okuma sanatı” olarak kabul edilmektedir. Bu da kader ile ilgili hususlarda konuşma anlamına gelmektedir.

Ne var ki, geleceği ve gaybı Allah'tan başka hiç kimse bilemez. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim'de "De ki: göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur.” (Neml, 27: 65), "Gaybın anahtarları Onun katındadır. Onları ancak O bilir" (En'am, 6:59) buyurmaktadır. Bu ve benzeri âyetler, gaybı Allah'tan başka kimsenin bilmediğinin delili olmaktadır.

İslâm âlimleri, Sâbiîler gibi, tesiri yalnız yıldızlardan bilerek onlardan bir takım hükümler çıkarmaya kalkışmanın küfür ve şirk olduğunda ortak bir fikre sahiptirler. (Yazır, 7: 5207) Bunun yanında insanın, girişeceği önemli bir iş için istihâre yapması ise dinen meşrûdur; hatta sünnettir. Bunun, İslam'da yasak edilen falcılık ve kehânetle hiç bir ilgisi yoktur. (Bulut, Fal Babı.)

Dinimizde burçların yeri, astronomi ilminin konusunu teşkil edecek derecede vardır. Astronomi ilmi çerçevesinde yıldızlar ve gökcisimleriyle ilgili araştırmaların yapılması ve bilinmeyen birçok bilginin keşfi için çaba harcanmasının dinen herhangi bir sakıncası yoktur.

Fakat astroloji denilen ve yıldız hareketlerine dayalı olarak insanların kişilik ve karakterlerini yorumlamanın da İslâmiyet’le ve gerçekle ilgisi bulunmamaktadır. Takımyıldızlarının veya gezegenlerin hareketleriyle insan kişiliği, karakteri ve davranışları arasında ilişki kurmak, insanın doğumunun veya önemli olayların meydana geliş tarihine göre insanları gruplara ayırmanın tevhid inancıyla da çeliştiği açıktır. Çünkü, tevhid inancına göre kişiyi karakteriyle ve kaderiyle birlikte yaratan Allah’tır ve yine hayatı boyunca her türlü şart altında terbiye eden de yine O’dur.


Allah kullarını beden vererek, duygular takarak ve her türlü ihtiyaçlarını karşılayarak terbiye ettiği gibi, emir ve yasaklarını bildirmesi ekseninde din ve peygamber göndermesiyle kullarının irâdesine kapı açmak sûretiyle de terbiye eder, tüm varlıkların üzerinde bir olgunluğa ulaşmasının imkânlarını tanır.


İnsanın davranışlarını, arzularını ve hedeflerini beceri ve yetenekleri doğrultusunda eğiterek dizginleyen müessese dindir. Sonuç olarak kul, karakteri, yetenek ve becerileri nasıl olursa olsun, terbiye edilmeye hazır bir potansiyele sahiptir. Kişinin karakter yapısını doğrudan Allah’a vermek gibi bir Tevhid inancı dururken; bu yapıyı Allah’ın elinden alıp yıldızların bir takım hareketleriyle ilişkilendirilecek biçimde doğum tarihlerine vermek, hem Tevhid inancıyla, hem de pozitif gerçeklerle bağdaşmaz.


Aynı zamanda yıldız falcılığında doğum tarihine göre kişiye sabitlenen bir karakter, eğitilir olmaktan uzaktır. Kişiye doğum tarihine göre belirlenen bir karakter biçmenin ve onu bu biçilmiş karaktere göre yargılamanın doğru bir yaklaşım olmadığı açıktır. Örneğin, eğer müneccim (yıldız falcısı) hesabına göre bir kişinin çok alıngan olduğu belirlenmişse, artık o kişi kendine alıngan nazarıyla bakacak ve çevresindekiler de ona bu yaklaşımla davranacaklardır.



Alınganlığın sebepleri araştırılmayacak ve eğitimle bu sorunu aşmanın yolları aranmayacaktır. Hatta, gerçekte alıngan olmayan biri bile bu psikolojik ve sosyolojik baskı nedeniyle alıngan tavırlar sergileyebilecektir. Oysa alınganlık belirli ölçülerde herkeste vardır ve insanî bir özelliktir. Eğer birisinde fazla miktarda alınganlık varsa da, bu, doğum tarihiyle ilgili bir olay olmadığı gibi, olumlu yaklaşımlarla ve eğitimle kişinin bu yanını düzeltmesi zor değildir. Oysa yıldız falcılığı anlayışında bu çabaya yer yoktur.


Buruc, aynı zamanda Kur’ân’ın 85. sûresinin adıdır. Bu sûre, gökyüzünün burçlarına yeminle başladığı için Buruc Sûresi adını almıştır. İfâde surenin ilk âyetinde geçer. Mânâsı şöyledir: “Yemin olsun burçlarla dolu gökyüzüne.” (Buruc Suresi: 1) Kur’ân’ın eşsiz taraflarından biri de çok şeylere yemin edilmesidir.


Bediüzzaman burçlara yemin etmek gibi bu tür kudsî yeminlerin Cenab-ı Hakk’ın varlık ve birliğine delil olduğunu ve gelişigüzel sanılan sebeplerin ardında çok önemli anlamların, gerçeklerin varolduğunu gösterdiğini şu sözleriyle ifade eder: “Yıldızları dehşetli azametleriyle ve kemal-i intizam ile yerlerine yerleştirmek ve seyyaratları hayretengiz bir surette döndürmekteki azamet-i kudret ve kemal-i hikmeti… ihtar” ile “tesadüfî zannolunan unsurlar, çok nazik hikmetleri ve ehemmiyetli vazifeleri görüyorlar. Ve hakeza, her bir mevkiin, ayrı ayrı nüktesi ve faidesi var” (Nursî, Mektubat, s. 378)


Tevhid hakikatini en ince detaylarıyla işleyen Risâle-i Nur, Kur’ân’ın metodunu izleyerek ay, güneş, yıldızlar, burçlar gibi gökcisimlerini, semâ âlemlerini çokça tefekkür sahasına çekiyor; ama hiçbir zaman astroloji malzemelerini kullanarak ve burçlara dayanarak gelecekle ilgili veya gaybî yorumlara yer vermiyor. Hiç şüphesiz, bu manada burçlarla ilgili yorumlara inanılmasını da onaylamıyor. On Dördüncü Lem’a’da değinilen burç konusunun ise, Peygamber Efendimizin (asm) bir sözünün, astronomi ilminin gelişmesiyle asırlar sonra anlaşılacak bir hakikatini izahtan başka bir yönü yoktur.


Bediüzzaman kendisine “Sevr ve Hut”a (Öküz ve Balık) dair sorulan bir suâle verdiği cevabında konuya temas eder ve şöyle der: “Eski Kozmoğrafya [Astronomi] nazarında Güneş gezer. Güneş'in her otuz derecesini, bir burç tabir etmişler. O burçlardaki yıldızların aralarında birbirine raptedecek farazî hatlar çekilse, bir tek vaziyet hasıl olduğu vakit, bazı esed (yani arslan) sûretini, bazı terazi manasına olarak mizan suretini, bazı öküz manasına sevr sûretini, bazı balık manasına hut suretini göstermişler.


O münasebete binaen o burçlara o isimler verilmiş. Şu asrın Kozmoğrafyası nazarında ise, Güneş gezmiyor. O burçlar boş ve muattal ve işsiz kalmışlar. Güneş'in bedeline Küre-i Arz [Dünya] geziyor. Öyle ise o boş, işsiz burçlar ve yukarıdaki muattal daireler yerine, yerde Arz'ın medar-ı senevîsinde küçük mikyasta o daireleri teşkil etmek gerektir. Şu halde buruc-u semaviye, Arzın medar-ı senevîsinden temessül edecek. Ve o halde Küre-i Arz her ayda buruc-u semaviyenin birinin gölgesinde ve misalindedir.


Güya Arz'ın medar-ı senevîsi bir âyine hükmünde olarak semavî burçlar, onda temessül ediyor.
"İşte bu veçhile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, sâbıkan zikrettiğimiz gibi bir defa ‘Ale’s-Sevr’, bir defa ’Ale’l-Hut’ demiş. Evet mu'cizü’l beyan olan lisan-ı nübüvvete yakışır bir tarzda gayet derin ve çok asır sonra anlaşılacak bir hakikate işareten bir defa ’Ale’s-Sevr’ demiş.


Çünkü Küre-i Arz, o sualin zamanında Sevr Burcu'nun misâlinde idi. Bir ay sonra yine sorulmuş, ‘Ale’l- Hut’ demiş. Çünkü o vakit Küre-i Arz, Hut Burcu'nun gölgesinde imiş.
"İşte istikbalde anlaşılacak bu ulvî hakikate işareten ve Küre-i Arz'ın vazifesindeki hareketine ve seyahatine imâen ve semavî burçlar, Güneş itibariyle muattal ve misafirsiz olduklarına ve hakikî işleyen burçlar ise, Küre-i Arz'ın medar-ı senevîsinde bulunduğuna ve o burçlarda vazife gören ve seyahat eden Küre-i Arz olduğuna remzen ’Ale’s-Sevri ve’l-Hut’ demiştir.” (Nursî, Lem’alar, 143)


Bu on iki burcun dışında da burçların varlığından bahseden Bediüzzaman, 33. Sözün 21. Penceresi’nde Güneşin hareketini izah ederken şöyle der:
“Hem şemse kendi mihveri üstünde cazibe denilen manevî ipleri yumak yaptırmak için dolap ve çıkrık hükmünde olan güneşi, bir Kadîr-i Zülcelal'in emriyle döndürüp, o seyyaratı o manevî iplerle bağlayıp tanzim etmek ve güneşi bütün seyyaratı ile saniyede beş saatlik bir mesafeyi kestirecek kadar bir sür'atle, bir tahmine göre 'Herkül Burcu' tarafına veya Şemsü’ş Şümus canibine sevk etmek, elbette ezel ve ebed sultanı olan Zât-ı Zülcelâl'in kudretiyle ve emriyledir. Güya haşmet-i rububiyetini göstermek için, bu emirber neferleri hükmünde olan manzume-i şemsiye [güneş sistemi] ordusu ile bir manevra yaptırır.” (Nursi, Sözler, s. 614)


Bediüzzaman’ın bu izahlarından anlaşıldığı kadarıyla, gökyüzündeki burçlar dünyanın hareketi ile kayıtlı ve sınırlı değildir. Güneşin hareketi sonucu oluşan burçlar olduğu gibi, milyonlarca yıldızlardan oluşan yıldız kümelerinden ve galaksilerden oluşan burçlar da vardır. Ancak bütün bu burçlar insanın kaderini tayin eden sebepler değil, Allah’ın kudretini gösteren aynalardır.


Bediüzzaman, nazarları kudretin aynaları olan semavî burçlara çevirerek marifetullaha ayrı bir pencere açar.
Sonuç olarak, eskiden “ilm-i nücum” olarak bilinen astronomi, bir ilimdir. Kendi diliyle Allah’tan bahsettiği için Kur’ân’dan destek alır. Fakat, astronomi bilgilerini burçlara dayalı bir takım gaybi haberler üretmekte ve gelecek hesapları yapmakta kullanmanın, yani “astroloji” olarak bilinen falcılığın gerçekliği yoktur. Bu açıdan, Risale-i Nur’un temel konularından biri olan tevhid gerçeği dikkate alınarak burçlara bakıldığında, Cenab-ı Hakk’ı bütünüyle tarif eden dört küllî delilden biri olan kainat kitabının parlak bir sayfası görülmektedir.

Kaynakça:
Demirci, Kürşat, “Buruc Maddesi”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 6, Diyanet Yayınları, İstanbul 1992.
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili.
Bulut, Mehmet, “Fal Babı”, Şamil İslam Ansiklopedisi.
Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2000.
Nursi, Bediüzzaman Said, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2000.
Nursi, Bediüzzaman Said, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2000.


Yeni Asya Gazetesi

guzelmis kasif kardes anladim baya


Burçlar

MollaCami.Com