Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


'Lüks hayat' değil 'Sade hayat oh ne rahat!'

Son yılların belki en çok kullanılan kavramlarından birisidir “Tüketim”.

“Tüketim Bağımlılığı,” “Tüketim Hastalığı” ve “Tüketim Çılgınlığı” gibi nitelemeler, ferdî sınırları çoktan aştı. Toplumları, kitleleri, hattâ ülke ve kıtaları tıpkı bir virüs gibi sardı. Beyinleri ve hisleri hakimiyeti altına alan bu hastalık, artık bütün dünya insanlığını; hattâ dünya üzerinde yer alan canlı-cansız tüm varlıkları tehdit edecek; ekolojik dengeyi bozacak boyutlara ulaştı.

Tüketim bağımlılığı ve hastalığının kaynağı aslında belli. Tıpkı sacayağını gibi üç temel unsur, tüketimi sürekli körüklüyor.

Bunlardan ilki medya organları. Medyanın elebaşısı ise televizyon. Şimdilerde onu internet aracılığıyla hızla yayılmakta olan sanal marketler takip ediyor. Reklamlarla, yaldızlı hayat hikayeleriyle insanlar, bilmedikleri, tanımadıkları ve yabancısı oldukları hayatı yaşamaya zorlanıyor. Üstelik kendi irade ve isteklerini kullandırmak suretiyle bunu gerçekleştiriyor.

İkinci ayağı bankalar meydana getiriyor. Tüketim kredileri, kredi kartları gibi her an patlamaya hazır tuzaklarla, insanlar tüketim ve alışveriş yarışına sokuluyor.

Üçüncü ayak ise, alışveriş mekanları. Mahalle bakkallarını bir silindir gibi ezip geçen süpermarketler, ardından hipermarketler ve ardından gelen “Mall”lar. Dev alışveriş merkezlerinde karınca kadar küçük kalan insanlar, neredeyse tüm ürünleri omuzlayıp çıkacak kadar bonkör davranıyor.

Artık çoğu insan, gezmek, dinlenmek, şöyle bir rahatlamak için alışverişe çıkıyor. Bir kutu kibrit almak için markete giren, dışarıya iki eli poşetlerle dolu çıkıyor.

Bu ve benzeri tablolar, özellikle büyük şehirlerimizde çok daha net görülebiliyor. Belki, bu tabloda bizim yerimiz de bulunuyor.

Tüm dünya geneline baktığımız zaman, ülke ve toplum olarak bizi rahatlatacak bir durumdan bahsedebiliriz. Çünkü, tüketim çılgınlığının en fazla yaşandığı ülkelerin başında ABD geliyor. Onu da diğer Batı ülkeleri takip ediyor.

Tam bu noktada, dikkatleri üzerinde toplayan bir gelişme, bir kıpırdanma söz konusu. Tüketim girdabında kıvranan insanlar, çözüm arayışı içindeler. Tek başlarına bu dertten kurtulamayacağını anlayanlar ise, “birlikten kuvvet doğar” kaidesine riayet edip, birlik olup, bazı organizasyonlara imza atıyorlar.

Batı toplumlarında, tüketim çılgınlığı ve alışveriş bağımlılığına bir tepki olarak ortaya çıkan ve son 20 yıl içinde hızla yayılan bir hareket bulunuyor:
“Sade Hayat” hareketi.

Bu yöndeki teşebbüsler içinde, en etkili ve en çok taraftar toplayan hareket ise “Gönüllü Sadelik” ismini taşıyor. Bu hareketin öncülüğünü, aynı zamanda bir sosyolog olan Duane Elgin üstlenmiş durumda. 1981 yılında Voluntary Simplicity (Gönüllü Sadelik) ismiyle yayınlanan kitabında, Duane Elgin, insanların hayatlarını sadeleştirmelerine yönelik uygulamaları sistematik bir şekilde ortaya koymakta.

Bu kitap kısa zamanda, tüketim hastalığından kurtulma arayışındaki milyonlarca Amerikalı için adetâ bir can simidi olarak algılandı. Adından da vurgulandığı gibi, Sosyolog Elgin’in kitabını okuyan herkes, “Gönüllü” olarak sade bir hayatı tercih etme ve hayatını sadeleştirme arayışına girdiler. Küçük gruplar halinde biraraya gelip, sade hayata geçişte birbirlerine destek olmaya çalıştılar.

Gönüllü Sadelik çalışma grupları veya halkalarının en belirgi özelliği, sayıları üç-beş aileden oluşan küçük gruplardan meydana gelmesi. Bu gruplar, sırayla evlerde toplanıyorlar. Her toplantının ana gündemi ise, hayatlarını daha sade hale getirebilmenin yolları oluşturuyor. Yaptıkları araştırmalar neticesinde, buldukları çözüm yollarını beraberce uygulamaya çalışıyorlar.

Sade hayatı benimseyen kişilerin faaliyetleri sadece bundan ibaret değil elbette. Kimileri, uzun yıllar boyunca sadeliği yaşama ve insanlara anlatma kaygısına düşüyor. Kimisi ise, bu yöndeki faaliyetlerini daha organizeli hale getiriyor; hattâ akademik çalışmalarda bulunuyor.

New York menkul kıymetler borsası Wall Street’te bir süre finansal analist olarak çalışan Joe Dominguez’in hayat hikayesi, bu yöndeki gelişmeleri en dikkat çekici örneklerinden birisidir.

Mesleğinde çok başarılı olan ve henüz 31 yaşındayken çok yüksek gelirler elde eden Dominguez, hayatını kökten değiştirecek bir karar alıp, emekli oldu. Aldığı bu radikal kararın ardından geri dönmedi ve maaşlı bir işte çalışmadı. Son derece mütevazi bir hayat yaşamaya başladı. Ekonomik kaygılardan arınmış, para, lüks tüketim ve gösteriş gibi kavramların çok uzağında bir hayatı öngören “New Road Map for Money” (Para İçin Yeni Yol Haritası) projesini geliştirdi. Bu proje, günlük hayattaki paranın hakimiyetini ortadan kaldırmayı esas almaktaydı. Bütün zamanını, enerjisini ve maddî-manevî bütün birikimlerini bu projeyi hayata geçirmeye ayırdı.

Tıpkı Dominguez gibi, Vicki Robin de, Brown Üniversitesinden yüksek bir dereceyle mezun olmuştu. Ardından, New York’ta, tiyatro ve film alanında çalışmalar yapmaktaydı. Bu esnada Joe Dominguez ile tanıştı ve onun projesine büyük ilgi duydu. Bu ilgisi onu tıpkı Joe gibi, henüz 30 yaşındayken emekli olmasına ve hayatının geri kalan kısmında paraya karşı bağımsızlık bayrağını açmasına sebep oldu.
Yine iki dost, bu projelerini vakıf çatısı altında kurumsallaştırdılar. Projelerinden hareketle vakıflarının ismini “New Road Map Foundation” (Yeni Yol Haritası Vakfı) koydular. Bu vakfın amacını “daha bilinçli, daha sade, daha sağlıklı ve daha düzenli bir hayat tarzını öğrenmeyi ciddî olarak isteyen herkese uygun malzemeleri sağlama” şeklinde ifade ettiler.

Sade hayatı ortak yaşamaya yönelik olarak Batıda yaygınlaşan ve bizim kültürümüzdeki yardımlaşma örneklerini andıran örnek uygulamalar bulunuyor. Meselâ, belli bir bölgede yaşayan insanlar gönüllü olarak bir araya geliyorlar ve ihtiyaçları olan gıda maddelerini topluca alıyorlar. Böylelikle ihtiyaçlar hem en kaliteli ürünlerle giderilmiş, hem de çok ucuz fiyatlarla temin edilmiş oluyor. Basit bir satın alma maksadıyla dahi olsa, bu yolla insanlar arasında önemli bir bağın ve toplum ruhunun oluşması sağlanıyor

Sade hayatı tercih edenler çok ilginç eylemler de gerçekleştiriyor. 1992 yılından beri dünyanın 13 ülkesinde Kasım ayının üçüncü Cuma günü “Buy Nothing Day,” yani Satın Almama Günü olarak kutlanıyor. Bu günde yine dünyanın değişik yerlerinde tüketim alışkanlıklarını eleştiren ilginç eylemler yapılıyor.
Sade hayat merkezli ortak eylemlere bir başka ilginç örnek ise “TV-Turn Off Week,” yani Televizyonu Kapatma Haftası. 1995 yılında başlanan bu özel faaliyet, Nisanın son haftası kutlanıyor. Tıpkı, geçtiğimiz 25 Nisan-1 Mayıs 2005 tarihlerinde gerçekleştirildiği gibi.

SADE HAYAT VE BİZ

Sade hayat akımının doğuşuna yol açan sebepler, Batıda gelişmiş de olsa, bize hiç yabancı gelmiyor. Çünkü orada olup bitenler, Batı ülkelerinin sınırları içinde kalmadı. Hattâ henüz sanayileşmemiş, millî geliri çok düşük seviyelerde olan ülkelere kadar yayılmış durumda.

Ülkemiz insanı da, bu yaygın hastalığın maalesef pençeleri arasında bulunuyor. “Başımı sokacak bir evim olsun” temennileri bir süre sonra yerini daha geniş bir daire arayışına bırakabiliyor. Ardından araba, ardından villa ve ardı arkası kesilmeyen istekler, hedefler takip edebiliyor.

Para kazanmak için harcanan zamanın, enerjinin ve gayretin pek azı, gerçekten mutlu edecek şeylere ayırılmıyor. Bu yüzden, her geçen gün mutsuzluk tablolarına yenileri ekleniyor.

Çok kompleks, karmakarışık; alabildiğine dağınık bir hayat tarzı giderek daha da yaygınlaşıyor.

Evli olanlar, ailesine yeteri kadar zaman ayıramıyor. Özellikle çalışan eşler, hem kendilerine, hem de çocuklarına karşı görevlerini ve sorumluluklarını yerine getiremiyor.

Dostlara, komşulara ve akrabalara yeterince zaman ayırılmıyor.

Gece ve gündüz kavramları, sadece mesai saatlerini çağrıştırıyor.

Mevsimlerin değişmesiyle tüm dünya değişiyor. Ama mevsim isimleri, zihinlerde sadece mevsimlik alışverişleri canlandırıyor.

Başımızı ellerimizin arasına alıp, biraz düşünelim. Yaşadığımız böyle bir hayattan haz alabiliyor muyuz? Mutlu muyuz? Mutlu olabilmek için başvurduğumuz çarelerin kaçta kaçı bizi ve insanımızı hedefine ulaştırdı?
Yoksa, mutluluğu gerçekten elde edebilecek bir hayat tarzını, Batı insanı gibi bütün yolları deneyerek mi bulacağız?

Batı insanı aradığı mutluluğu sade hayatta buldu. Hem de tüketim hastalığının bütün benliklerini kapladığı bir zeminde. Bizim için sade hayat daha kolay. Çünkü, tarihimizle, kültürümüzle; hattâ pek çok âdet, gelenek ve göreneğimizle sade hayat bize çok yakın. Yapacağımız tek şey, önemli bir karar almak. Gerisi çok daha kolay olacak.


Dr. Veli Sırım- Genç Yaklaşım Dergisi

Evet ,anlamlı bir paylaşım ama ne yaparsak yapalım insanlara anlatmak zor.
Derviş gibi bir lokma, bir hırka , peki kim bakar yüzüne ?
Aslında yüktür taşıdıklarımız, uğraşılarımız; Kim dinler?
Bir baksak; karnımız doydu, ee sırtında giyimli sorun yok vakit ver kendine gitmeden... Nereye?
Geldigin yeri, gittiğin yeri bilmezsen ister dünya senin olsun bırakıp gideceksin.. Nereye?
Orasını da siz düşünün!

Güzel yorumun için tesekkürler kardesim.

Yeri değil ama yeri gelmiş; Paylaşsam ;)
Ey derviş, kim demiş ki bu yollara kimler gelmiş?

Ne sırtında bir hırka, ne boğazda bir lokma
Eren ona derler, yâr ile sohbete gelmiş ;)
Gerisi yalan, ne ilim, ne fen umuruna gelmez imiş
Yâr ile sohbet herşeyden güzel imiş
Aşık ona derler, gözü yârdan başkasını görmez imiş
Hay aklınla bin yaşa!, Aşıklar ölmez imiş. ;)

Çok güzel, emegine saglik kardesim. Allah razi olsun.


Aile ve Çocuk

MollaCami.Com